Her gece gibi o gece de, sıradan…İçinde; acı, mutluluk, umut, hayal kırıklığı, korku… Birinin şansı diğerine şanssızlık, özgürlüğü mahkûmiyet getiriyor… Kimilerinin mutsuzluğu kimilerine mutluluk hediye ederken, ölüm bir başkasına yaşam veriyor. Sonun geldiği yerde başlangıç! Yıldızlar aydınlatıyor gecenin karanlığını…
İşte böyle bir gecede Mehmet…
Annesi ile mümkün olduğunca az birlikte olmak istediği için cumartesi akşamını arkadaşları ile geçirmiş eve dönüyordu. Fatih Caddesi’nde karşıdan karşıya geçerken alkollü bir sürücünün kullandığı arabanın tamponundan havalanarak soğuk asfalta çarptı. Bir anda soğuk asfalt Mehmet’in kanıyla boyandı…
Siren sesleri, Çapa Tıp Fakültesi, ameliyat, yoğun bakım ve sonunda yaşam ünitesinde biiiiippppp sesi. Mehmet’in beyni veda etti geceye.
Ailesine haber veren doktorlar bir yandan da onları organ bağışı için ikna etmeye çalışıyordu. Bir tarafta hapisten yeni çıkmış bir anne bir tarafta işsiz bir ağabey bir tarafta da ağabeyin Moldovyalı karısı, Mehmet’in ailede en çok sevdiği yengesi. Yenge dışında doktorların söylediklerini dinleyen pek yoktu. Ama nihayet onun da ısrarıyla ikna oldular Mehmet’in organlarını bağışlamaya. Onay alınır alınmaz sanki acil durum alarmı çalmış gibiydi. Mehmet’in organlarına yeni bedenler aranmaya başlandı.
Sabaha karşı üç civarı geceyi yıldızlar aydınlatırken umut yağmuru yağıyordu.
İlkokulu bitirdiğinde ailesiyle Urfa’dan İstanbul’a göçen, avukat olmak hayali yerine tekstil fabrikasında işçi olan Recep. Yirmi yaşında oturdukları mahalleden Ayşe ile evlenip “Bu hayattaki en büyük şanslarım, avukat olacak benim kuzularım” dediği iki çocuğun babası Recep. Para kazanma, evini geçindirme derdi ile mücadele verirken, zatürre ardından nefrit geçirip otuz yedi yaşında hafta da üç gün diyalize giren, iyileşmesi için ailesinden hiç kimsenin böbreğini vermediği Recep.
O gece, hafta sonları çalıştığım ev sahibinin taksisini bırakıp eve döndüm. Ben gelmeden uyumayan karımın demlediği çayı içerken “Taksinin parasını önümüzdeki hafta alacağım, aldığımda çocuklara kaban alırız, çok soğudu havalar,” dedim. Bir yandan da davul gibi şişmiş ayaklarıma bakıyordum. Tam yatmaya hazırlanıyorken telefonum çaldı. “Gecenin bu saatinde anca kötü haber için çalar telefon. Babama mı bir şey oldu acaba?” diye düşünerek gergin açtım telefonu. Tepkisiz dinledim arayan kişiyi, o susunca da ”Tamam, bakarız,” deyip kapattım telefonu. Çok şükür kötü haber değildi.
“Biri ölmüş, böbrek için çağırıyorlar, sabahın köründe orada olacakmışım. Dalga geçiyor bunlar. Sanki daha öncekiler oldu da,” dedim merakla benden açıklama bekleyen karıma. “Bu sefer olur belki Recebim. Bak şimdi grip falan değilsin, git sen,” diye karşılık verdi bana. “ He tabii, birinde gripsin olmaz dediler, birinde kan tutuyor doku tutmadı dediler, bunda da gözünün üstünde kaşın var der gönderirler. Ben de bütün gün uykusuz çıkarım taksiye. Zengine takacakları belli olan böbreğin yolunu yapıyor bu şerefsizler,” diye umutsuzca söylendim. Sonunda Ayşe’nin ısrarına dayanamadım. “Of ya, tamam son kez gideceğim. Ama kimseye bir şey söyleme, duruma göre ben sana haber veririm” deyip uyuyamayacağım yatağa kıvrıldım.
Sağlıklı büyümediği için en fazla yirmi yaşında görünen, yirmi sekiz yaşında umudunu hiç kaybetmeyen doğuştan böbrek hastası Mine. On beş yaşından sonra annesinden aldığı böbreği vücudu çok fazla taşımadı. On sekiz yaşında tekrar diyaliz süreci başladı. Ne annesi ne de kendisi hiç vazgeçmedi. Yirmi üç yaşında Hindistan’da ikinci böbrek naklini oldu. Türkiye’ye döndüklerinde mutluydu. “Herkeste iki tane böbrek var, ben de dört tane,” diyordu onu ziyarete gelenlere. Bu mutluluk da çok uzun sürmedi. Önce karaciğeri ardından takılan dördüncü böbreği iflas etti. Her seferinde başa sarsa da, babasının küçükken ona her akşam okuduğu romandaki Pollyanna’ydı o. Kendi içinde fırtınalar koparken vazgeçmiyor, yorgun, umudunu kaybetmiş annesine umut veriyordu hep.
O gece babamın elinden tutmuş deniz kenarında yürüyüş yapıyorken duyduğum telefon sesi uyandırdı beni. Rüya ile gerçek arasında kalmıştım. Annem yanımda bitmiş “Gecenin bu saatinde kim bu? Hayırdır?” derken telefonu alıp açtım. “Aaaa! Tamam. Tam yedide oradayım” diyerek kapattım telefonu. Konuşurken çoktan kalkmıştım yataktan. Bana uyan bir böbrek! İlk defa organ nakli sırasından böbrek çıkıyordu. İçimdeki ses “Bu sefer olacak! Annem artık rahat edecek! Olacak ve ben yeni hayatımda âşık olacağım. Pollyannalar getireceğim dünyaya…” diyordu. Sabah olmak üzereydi. Ne annem ne de ben uyuyabildik heyecandan.
Ailesi okutmak istemezken, on bir yaşında okumak için köyünden ayrılan, büyümek için acele ettirilen Ali. Kendi seçtiği yolda tek başına yürürken önüne düşen kayaları sabırla, vazgeçmeden, aklıyla, kalbiyle ufalayıp yoluna devam eden Ali. Zeynep ile evlilik hazırlığı sırasında çıkan böbrek rahatsızlığıyla ilk defa isyan etti. Tam vazgeçmek üzereyken bu seferde Zeynep’in sevgisi yola devam etmesini sağladı. Hastalığı katı bir diyet ve ilaçlarla kontrol altına alındı. Zeynep ile evlendi. Yoluna çıkan kayayı bu sefer sırtına alıp Zeynep’in desteği ile devam ediyordu. İki yıldır haftada üç gün diyalize girmesi rutinleri haline gelmişken, Rusya’da böbrek nakli olmak için bir doktorla yazışıyorlardı. O gece, sabaha karşı üçte gelen telefonla ona uygun bir böbrek olabileceği söylendi ve hastaneye çağrıldı.
Karanlık gecenin sabahı yeni yeni aydınlanırken hastane bahçesinde kimsecikler yoktu. Binanın demir kapısının gıcırdayan sesine Ali’nin heyecanı Zeynep’in tedirginliği eşlik ediyordu. Zeynep Aklından “Bu kesin eşek şakası, ama kim yapar bunu?” diye geçirdi. Ali de bastıramadığı heyecanı ile tedirgindi ama Zeynep’e belli etmemeye çalışıyordu. Kapının girişinde, ellerini ovuşturarak olduğu yerde sallanan mavi üniformalı güvenlik görevlisine gece gelen telefondan bahsedip ne yapmaları gerektiğini sordular. Güvenlik görevlisi karşı duvarın önündeki bekleme sandalyelerini gösterip “Orada bekleyin, çağıracaklar sizi,” dedi. Soğuk, sessiz, karanlık koridorlar. Oturdukları yerde bile ellerini sımsıkı tutup kuvvet alıyorlardı birbirlerinden.
Ardı ardına iki kapı gıcırtısı…
İlk gıcırtı ile gözaltları kara sarı, zayıf, kaşları çatık, yüzündeki yorgun ifadeyle Recep girdi içeriye. O da Ali ile Zeynep’in karşısındaki bekleme sandalyelerinden birine oturdu.
İkinci gıcırtı ile kısa boylu, kara sarı yüzünde hafif bir gülümseme ile Mine ve annesi sessiz, soğuk binaya girdi. Annesi sessizliği bozmak istemezmiş gibi girişteki güvenliğe usulca bir şeyler söyledi. Ardından onlar da soğuk bekleme sandalyelerindeki yerlerini aldılar.
Gergin ve sessiz bekleyişi tek başına oturan Recep bozdu. Ali’ye bakarak “Böbrek için buradasınız?” dedi. Ali; “Evet,” diye cevap verdi. Recep alaycı bir ifade ile “Yukarılardan tanıdığın yoksa unut sen bu böbreği, benim bu üçüncü gelişim, kim bilir kime takacaklar? Hep bir bahaneleri var. İllâki kılıfına uyduruyorlar. Paran ve adamın yoksa unut,” dedi. Ali tam cevap verecekken Zeynep elini sıkıp cevap vermesini engelledi Ali’nin. Sonra yine sessiz bekleyiş…
Uzaktan bir ayak sesi soğuk zemine sert sert basarak geliyordu. Ne hemşire ne hasta bakıcı gibi giyinmişti. Ne de doktor? Belli ki hastane memurlarından biriydi. Bekleme sandalyelerine yaklaştığında sert ve acelesi varmış gibi hızlı bir sesle “Vezneye para yatırıp, vereceğim kâğıtta yazılı olan tahlilleri yaptıracaksınız. Sonra da arka binadaki transplantasyon katına çıkıp bekleyeceksiniz. Orada size açıklama yapılacak. Tahlil sonrası doktorlarla görüşene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceksiniz,” dedi ve aynı sert adımlarla boş hastane koridorunda gözden kayboldu.
Recep; “Ben size demiştim paran ve adamın yoksa unutun. Bakalım tahlil ne kadar tutacak,” diye ortaya söylenerek hızlıca çıktı binadan. Arkasından Ali ve Zeynep, onların arkasında da Mine ve annesi.
Ali ile Zeynep, veznenin önündeki Recep’in görevliyle konuşup dışarı çıktığını gördükten sonra sıra onlara gelmişti. Görevli talep edilen tahlillerin 1.000.-TL olduğunu söyledi. Ali ve Zeynep cüzdanlarındaki parayı birleştirip 1.000.-TL’yi denkleştirerek görevliye verdiler. Görevli daha detaylı listelenen tahlil isteklerinin olduğu kâğıdı onlara verirken “Hadi iyisiniz, sizden önceki parası olmadığı için gitti. Şansınız yükseldi, bol şans şimdiden,” dedi ruhsuzca. O an için söylenen bu sözleri anlayamadılar. Laboratuvara giderken ailelerine telefonla haber verdiler. İş ciddiydi, bu bir şaka değildi. Organ nakil sırasına girerken onlara çıkacağına hiç inanmadıkları böbrek çıkmıştı.
Zeynep, Ali tahlilleri yaptırırken haberi alır almaz yanlarına gelen ağabeyine “Sıradaki diğer adam tahlil parasını veremediği için gitmiş, bulup verelim ona para da yaptırsın tahlilleri. Yazık çok perişan görünüyordu,” dedi. Ağabeyinden aldığı tepki çok acımasızdı. “Bırak düşünme şimdi bunları, Ali’nin şansı artıyor baksana. Diğerleri peki?”
O sırada bu konuşmalardan habersiz Recep, hastanenin çıkışındaki simitçiden çocuklarına kahvaltı için iki tane simit aldı ve küçük dünyasına doğru yola koyuldu.
Uğursuz gecenin ardından gelen gün bitmek üzere, Mehmet’in cenazesi yarın. Onun cansız bedeninden çıkarılan organlar yeni bedenlerine ulaşmak için hazır. Transplantasyon ünitesinin önündeki holde iki ailenin heyecanlı ve gergin bekleyişi var bu sefer gecede.
Bir köşede nakil olma ihtimali için hazırlanmış Mine ve annesi, diğer köşede Ali için verilecek kararı bekleyen Zeynep ve yakınları. “Zeynep Hanım, kurul sizi bekliyor!” diye seslenen hasta bakıcının sesiyle herkesin gözü kapıya döndü.
Floresan ışıklarının aydınlattığı odada uzunca bir masa. Üç tane doktor yan yana karşımda oturuyor. Ben de tam karşılarındayım. Kapı açıldığında heyecan ve umut dolu arkamı dönüyorum. Zeynep’in tedirgin bakışlarını görüyorum.
Doktorlardan biri, adaşım Ali Emin hoca Zeynep’e; “Elimizdeki böbreği taşımaya en uygun kocanız seçildi. Sıra evrak işlerinde. Ali nakil olmayı kabul etti, sizin de onayınız gerekiyor,” dedi. Yanında oturan diğer hoca; “Ameliyatın ciddi riskleri var. Ali, operasyon sırasında ölebilir, herhangi bir organ şoku ile operasyon yarıda kesilip yedeği alınabilir. Ameliyat tamamlanır, sonrasında vücut böbreği kabul etmez tekrar diyaliz başlayabilir. Hastanemiz döner sermayeye bağlı, SGK’nın karşılamadığı 150.000.TL ödeme yapmalısınız. Önünüzdeki kâğıtlarda bunlar yazıyor, her ikinizde imzalarsanız, Ali önce diyalize alınacak sonra da ameliyata.”
Ben döner sermayeye ödenecek tutarın pazarlığını yapmaya çalışırken Zeynep başarı oranını sorgulamaya başladı.
Bulundu işte böbrek. Rusya’ya tatile gideriz artık. Diyalizle geçen üç gün olmayacak. İstediğimiz yere istediğimiz zaman gidebileceğiz.
Ali Emin Hoca “Böbrek 21 yaşında, alkol, sigara kullanmayan, sağlıklı birine ait. Üstelik beyin ölümü gerçekleştikten on iki saat içinde Ali’ye takılmış olacak ki, bu da şansı oldukça arttırıyor,” diyordu. Ben bu arada kâğıtları imzalamıştım bile.
Bu kadar risk varsa, ya ölürse, ya ameliyattan çıkartırlarsa, hayal kırıklığı? Nasıl düzelecek tekrar? Pazarlık yapıyor. Deli bu…
Zeynep de elleri titreyerek imzalıyordu sonunda. Kurulun yanından çıkarken Mine ile göz göze geldi. Yakınlarına konuşulanları anlatırken geceyi sevinç sardı. Zeynep ise attığı imzadan hâlâ emin değildi. İstemsizce sürekli Mine’ye bakıyordu.
Bu nasıl bir sınav… Adam parası yok diye tahlil bile yaptıramadan… Engel olamadım, olmadım. Şimdi bu kız. Annem annesiyle konuşmuş. Üçüncü şansıymış. Üç. Bizim bir. Terslik olsun diye bekleyecek. Yok, olmayacak. Çabuk geçsin zaman. Gitsin!
Saatler artık hızla geçiyordu. Ali önce yemek yemiş sonra diyalize girmişti. Zeynep de bürokratik işlemleri tamamladı. Mine de Ali gibi diyalizde. Annesinin elinde küçük bir Kur’an, Ali’nin yakınlarından uzakta, öylece bir köşede, dua ediyor. Zeynep’in annesi de dua ediyor ama kızı ve Ali için…
Mine, Ali’nin yakınları tarafından ameliyata uğurlanışını izledi annesinin omuzunda. Bütün gün koşturmaktan helâk olan Zeynep için ise hayatının en zor bekleyişi başladı.
O geceyi takip eden üçüncü gece. Her zamanki gibi sessiz, sıradan. Yıldızlar bir başka parlıyor sanki…
Zeynep Ali’nin yanında, sondanın ucunda takılı idrar torbasına bakarak “Oooo, amma da çok çalışıyor böbreğin!” diyor…
TRAFİK CANAVARI BİR CAN ALDI. KURBAN MEHMET KARA SEKİZ KİŞİYE HAYAT VERDİ…
Bir gazete haberiyle başladı her şey. Sıradan bir geceye kısacık bir hikâye yazacaktım. Kısa olmadı, olsun…
O gece zamansız hayata veda eden Mehmet, sekiz kişiye ikinci bir şans verdi. Bunlardan sadece biriydi Ali. Bu şansın kıyısından dönen Mine ve Recep ise sadece ikisi…
10.11.2020