Cenk ile el ele Lipsos’a girerken, geceyi nerede bitireceğimi, nasıl bir sabaha uyanacağımı bilmeden, o gün iş yerinde yaşadığım bir müşteri sorununu anlatıyorum. İçeri girer girmez bir gürültü kopuyor.
İyi ki doğdun İlkaaayy, İyi ki doğdun İlkay, İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, mutlu yıllar sanaaa!!!
Alkışlar, yüzler gülüyor, sözde tüm sevdiklerim burada. Ben ise şaşkın. Zeynep yine harika bir iş yapmış belli ki, bana sürpriz doğum günü düzenlemiş. Nişanlım Cenk ile planlamış her şeyi. Ben Cenk ile baş başa doğum günü kutlamayı beklerken, okuldan, iş yerinden arkadaşlarımı toparlayıp Nevizade’de Cenk ile her zaman gittiğimiz meyhaneyi ayarlamış. Aman ne güzel yapmış. O her zaman her şeyin en iyisini yapar zaten. Çok düşüncelidir.
Herkes çok eğleniyor, rakı kadehleri sürekli “İlkay’a” diye tokuşturuluyor, bir yandan da fasıla eşlik ediliyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes iyice kafayı bulmuş, kimileri masanın yanında göbek atarken, kimileri de oturmuş ülkeyi kurtarıyor. En son hatırladığım, çalan “ben yoruldum hayat” şarkısı. Ben ise kendimi tutamayıp ağlamaya başlamışım. Çevremdeki sesleri ayırt edemiyorum, bir uğultu var. Dayanamayıp gözlerimi kapatıyorum.
Gözlerimin önünde siyah beyaz bir fotoğraf karesi beliriyor. Zeynep’in evindeyiz. Herhalde 6 yaş doğum gününü kutluyoruz. Zeynep’in annesi kendi yaptığı harika yiyecekler ile masayı donatmış. Arkadaşlarını çağırmış. Babası Zeynep’e çok güzel bir altın künye takıyor. Baba kız birbirlerine hayranlıkla bakıyor. Hemen orada siyah, demir, Zeynep’in annesinin elleriyle diktiği fırfırlı örtü ile rafları kapatılmış ferforje bir ayakkabılık, üstünde arkadaşlarının aldığı daha bir sürü hediye. Ben küçücük boyumla sandalye tepesine çıkıp Zeynep’in babasının hediyesini görmeye çalışıyorum. Annemin arkası her zamanki gibi bana dönük. En arkadayım. Yalnızım. Zeynep’i ve ailesini izliyorum. Diğer çocuklar da farkımda değil. Babam ben doğmadan bizi terk etmiş, annem kendi derdinde. Ama Zeynep mutlu. Zeynep benim en yakın arkadaşım.
Hastane yatağında gözümü açıyorum. Başımda Cenk. Bir de Zeynep. “Ne oldu bana? Neredeyiz?” diye soruyorum. Cenk’in yüzü bir tuhaf “ Gece sinir krizi geçirdin, rakıyı fazla kaçırdın galiba” diye cevap veriyor. Zeynep ise sanki ağlamış, gözlerini benden kaçırıyor.
Zeynep niye benden gözlerini kaçırıyor ki? Küçüklüğümden beri tanıyorum Zeynep’i. Annelerimiz çok yakın arkadaş. Birlikte büyüdük. Anlam veremediğim, bir türlü dile getiremediğim bir öfke ve kıskançlık var ona karşı içimde ama yine de vazgeçemiyorum ondan. Aynı mahallede oturup, üniversite dâhil hep birlikte okuduk. En yakın arkadaşım. İkimiz de aynı bankada çalışıyoruz. Zeynep iki yıl önce Eminönü şubesinin müdürü oldu. Ben ise Taksim şubesinde hâlâ müdür olamamış, pazarlama yönetmeni olarak çalışıyorum. Zeynep bir yıl önce evlenmiş, ben ise iki yıldır birlikte olduğum, Zeynep sayesinde tanıdığım Cenk ile yeni nişanlanmışım. Zeynep benden niye gözlerini kaçırıyor?
Zeynep’in hastane çıkış işlemlerini yapmak için odadan çıkmasıyla Cenk’e “ Ne oluyor bu Zeynep’e? Neden gözlerini kaçırıyor? Utanmış mı benden?” diye soruyorum. Cenk başı önde biraz sıkkın “ Dün gece rakıyı biraz fazla kaçırdın galiba, gecenin sonuna doğru, birden oturduğun yerde hıçkırıklara boğuldun, seni sakinleştirelim derken fırlayıp ayağa kalktın, sandalyeleri iterek Zeynep’e hediye olarak onun hayatını istediğini haykırdın. İttin, tartakladın ve sonunda yine onun kucağına bayıldın”…
20.12.2019