Mevsim sonbahar. Sonbaharın sonları. Hüznün, ayrılığın mevsimi. Tüm yaz ağırladığı misafirlerinin çoğunu uğurlamış, hayat iyiden iyiye yavaşlamış Olimpos’ta. Sessizlik hâkim.
Olimpos’un en görkemli evi. Ev demek biraz basit olur, geniş bahçesinde Defne ağaçları ile dikkat çeken Cihan Bey’in tek başına yaşadığı malikânesi.
Antalya merkezde özel bir hastanenin sahibi, başarılı ve oldukça tanınmış bir profesör, Cihan. Başından iki evlilik geçmiş. İlkinden bir kızı, ikinci evliliğinden bir oğlu var. İkinci eşinden ayrıldıktan sonra bir daha evlenmedi. Tam bir şıp sevdi gibi, yakışıklılığı, saygınlığı ile kolayca hayatına aldığı kadınlarla en fazla iki ay bilemedin üç ay birlikte olup sıkılır, bitiren hep o olurdu ilişkiyi.
Tüm dünya salgın ile uğraşırken, hem doktor hem de hastane sahibi kimliğiyle zor günlerden geçiyordu. Hiç aklında yokken tam da bu zor günlere doğmuştu O’nun gözlerinin masmavi ışığı.
Işıl ışıl bakan iri mavi gözleri, nilüfer beyazlığında teni, su gibi akan zarafeti, sıcakkanlılığı ve güler yüzü ile herkesin hayranlıkla baktığı Defne Hemşire. Annesi o üç yaşındayken öldüğü için babası büyütmüştü Defne’yi.
İki yıl önce, üniversiteden arkadaşı tarafından taciz edilmesi ardından kendinden on yaş büyük Ali ağabeyinin “Sana deli gibi aşığım, evlenelim,” deyip birlikte olduktan sonra evlenmekten vazgeçmesi ile erkeklere küstü Defne. Arada babası “Bir gün sevdiğin, âşık olduğun biriyle evlenip yuva kurduğunu görmeden ölürsem gözüm açık gidecek. Bugüne kadar ne yaşandıysa yaşandı. İyileşecek ve yaralarını saracak, aşkı tadacaksın,” dese de, Defne; “Saçmalama baba! Sen istisnasın, senin dışındaki tüm erkeklerden nefret ediyorum,” diyordu. Tek derdi iyi bir hemşire olup baktığı hastalara şifa vermek oldu. Zaten bugünlerde salgın yüzünden evine bile gidemez olmuştu. Yoruluyordu ama tamamıyla işine vermişti kendisini.
Havanın sıcaklığının, ölümün soğukluğu ile çarpıştığı günlerden biri hastane bahçesinde karşılaştı Cihan ile Defne.
Cihan, onu görür görmez etkilendi. Nilüfer gibi beyaz teni, oldukça zayıf, düzgün vücut hatları, lepiska saçları, bir anda insanı etkisi altına alan deniz mavisi iri gözleri. Işıl ışıl parıldayan gözleri…
Aynı anda hastane kapısından girdiler. İçeri girdikten sonra Defne sağ taraftaki asansörlere doğru yöneldiğinde Cihan arkasından bir süre baktı ve “böyle bir dönemde, hem de hastanemde böyle bir güzellik!” diye geçirdi içinden. Birazdan Türkiye’nin dört bir yanından Antalya’ya gelen tatilciler yüzünden salgının artabileceği riskini tüm hastane yetkilileri ile yapılacak toplantıyla değerlendirecek ve prosedürleri gözden geçireceklerdi. Hastane sahibi olarak bugüne kadar hiç katılmamıştı bu toplantılara ama bu sefer durum farklıydı. Toplantı başladıktan bir süre sonra içeriye Defne girdi. Cihan şaşkındı, biraz önce karşılaştığı kızdı içeri giren. Saçlarını toplamış beyaz üniformasını giymiş. Tam da Cihan’ın karşısına oturmuştu. Yanında oturan başhekime; “Bu kim?” diye sordu. “Salgın için ayırdığımız iki katın sorumlu hemşiresi,” cevabını alınca kulaklarına inanamadı. “Yanı başımdaki güzelliği ben nasıl görmedim bugüne kadar?” diye geçirdi aklından. Toplantı boyunca gözlerini Defne’den alamadı. Defne ise üzerine kilitlenen gözlerden habersizdi.
Toplantıdan sonra Cihan, Defne ile ilgili her şeyi öğrendi. Defne’de Olimpos’ta oturuyordu. Babası onun da birçok kez muhabbet etiği, Olimpos’un yerlisi, çok sevilen balıkçı Osman’dı. Defne babası ile yaşıyordu. İlginç olan, herkesi etkileyen güzelliğine zarafetine rağmen hayatına hiç erkek almadığıydı. Bunların dışında, hastanedeki başarıları, kaçta gelir, kaçta gider, nöbetleri, hastane dışında neler yapar, başına gelen talihsiz olayları, neredeyse tüm hayatını biliyordu artık.
O günden sonra öğrendikleri sayesinde ortam yaratması çok da zor olmadı. Defne ile birçok kez karşılaştılar ama Defne doğru dürüst yüzüne bile bakmıyordu Cihan’ın. Haftalar geçmişti, ama ilk defa bir kadını etkilemeyi başaramamıştı. Aklında hep o vardı. Evde, hastanede, sahilde, yemek yerken… Defne’yle yatıyor, Defne’yle kalkıyordu. Bu dönemde hayatın ertelenemeyecek kadar kısa olduğunu düşünmeye başladı. Bugüne kadar birlikte olduğu kadınlardan çok farklıydı. Bu yüzden daha fazla zaman kaybetmeden doğrudan konuşmayı deneyecekti.
Nöbet çıkışında yine tesadüfen karşılaşma ayarlaması çok zor olmadı. Defne o kadar yorgun çıkmıştı ki o sabah, fazla itiraz edemedi Cihan’ın onu eve bırakma teklifine. Yolda bir buçuk saat boyunca hastalardan, salgından, müzikten, sanattan, havanın sıcaklığından bahsettiler. Cihan’ın samimi davranmasına karşılık Defne hep tedirgin ve mesafeliydi. Olimpos’a girdiklerinde arabayı sahilde park edip “Biraz konuşabilir miyiz?” dedi. Defne, her zaman ki gibi yüzüne bile bakmadan “Çok yorucu bir nöbetti. Teşekkür ederim ama başka zaman…” derken “İtiraz kabul etmiyorum, patronun olarak. Konuşalım, sonra bırakacağım evine,” dedi Cihan. Sabah saatleri olsa da güneş kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. O yüzden arabada oturmaya devam ettiler. Cihan bir solukta Defne’ye tüm hislerini açtı. Onu ilk gördüğünden beri aklından çıkaramadığını, onunla birlikte yaşlanmayı arzuladığını söylerken Defne “Cihan Bey teşekkür ederim ama ben sizinle ya da başkasıyla birlikte geçecek bir hayat düşünmüyorum,” diyerek sözünü kesti ve arabadan inip koşarak uzaklaştı. Cihan ise, öylece arabanın açık kapısından Defne’nin kaçışını izledi.
Cihan bu kaçışın etkisiyle, yanlış bir dönemde açılmış olduğunu düşünerek ona biraz zaman vermeye karar verdi. “Bu kötü günleri atlatalım, o da anlayacak ve görecek beni” diye düşündü.
Artık uzaktan izliyordu gecesi gündüzüne karışmış Defne’yi.
Defne yüzlerce hastayı iyi etmek için mücadele verirken yakalandı hastalığa. Cihan bunu öğrendiğinde bütün hastane imkânlarını seferber etti. Onu özel odada bakıma aldırdı. Kaldığı odanın camekânından izledi Defne’yi. Eve dinlenmeye gittiği zamanlar bahçesindeki defne ağaçlarını suladı onu düşünerek. Kimseyi gözü görmüyor. Kimseyle konuşmuyordu. Defne ise, yattığı yatakta, ilk defa o camekânın arkasından baktı Cihan’ın gözlerine. Sevgiyle… Cihan ne yaptıysa başaramadı, gücü yetmedi aradaki camekânı kaldırmaya.
Ölümün soğukluğu ile biten yaz, yerini sonbahara bıraktı.
Vivaldi’nin ‘Dört Mevsim’i malikâneden bahçeye yayılıyordu. Salondan bahçeye açılan sürgülü kapı ardına kadar açık, bembeyaz tüller adeta müziğe eşlik ediyordu.
Cihan, biraz önce suladığı defne ağaçlarının yapraklarının kokusu ile koltuğunda oturmuş viskisini yudumlarken karşısındaki duvarda asılı ‘John William Waterhouse/Apollo and Daphne’ tablosuna öylece bakıyordu.
07.12.2020