Saç Örgüsü

“Aç kalmayacaksın, uykusuz kalmayacaksın, yorulmayacaksın, ilaçlarını saatinde alacaksın, kontrollerini aksatmayacaksın, stresten uzak duracaksın, bir yudum bile alkol almayacaksın, televizyon seyretmeyecek, kitap okumayacaksın, cep telefonu ile konuşmayacaksın, evin içinde bir iki dakikalık kısa yürüyüşler yapabilirsin, genelde dinleneceksin, bağışıklığın zayıfladığı için kimseyi öpmeyeceksin, yanında her daim bir refakatçi olacak, banyo yaparken bile asla yalnız kalmayacaksın, hapşırmaktan kaçınacaksın, dikişlerin alınana kadar kafanı yıkamayacaksın, kafana herhangi bir şey, bandana bile takmayacaksın, sakız çiğneyeceksin, başın çok ağrıyacak, yaklaşık bir buçuk ay bu ağrıyı çekeceksin, ateşlenmeyeceksin, olağan dışı bir durumda hemen acile geleceksin!!! Yaşamak mı bu?”

Kapı çaldı. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Keşke kapıyı o açabilseydi. Annesi kapıyı açtı “Hoş geldiniz” diyerek kenara çekildi ve bir çığlık ile bütün apartman inlemeye başladı! “Hayııırrr! Girmeyeceğim içeri, gitsin o, gitsin bu evden! İstemiyorum! Girmeyeceğim! İstemiyorum! Gitsiiinn!”

Evin kapısının önünde katıla katıla ağlayan, çığlıklar atan içeri girmemek için tepinen kızını, hastane sürecinde oldukça yıpranan eşi ve annesi zorlukla içeri alıp odasına götürdüler.

Bu arada O kontrol edemediği gözyaşları ile olduğu yerde titriyordu. Babası elini tutup sakinleştirmeye, teyzesi su içirmeye, ağabeyi “sakin ol, çocuk o daha, bizde hata oldu, portmantonun aynasından gördü seni birden, konuşup alıştıracağız” diyordu.

O, kim için hayata dönmüştü tekrar? Ölmeli miydi? Küçücük çocuğa, can parçasına niye yaşatıyordu bunları?

Yüzünde ve vücudunda hissettiği uyuşuklukla, karmaşık duygular içinde, biraz sakinleşmek, dinlenmek için gözlerini kapadı.

O sabah, hastane yatağında otururken nekahet döneminde yapması gerekenleri hızlıca, ardı ardına sıralayan doktoruna ilk defa gülümseyerek bakıyor ve çaresizlikle “Tamam.” diyordu. Hatta doktorun birlikte fotoğraf çektirme isteğini bile kabul edip henüz şişliği inmediğinden saç örgüsü gibi duran kafasının sağ tarafındaki otuz iki dikişi ile gülümseyerek poz veriyordu.

On beş gündür, önce beyin anjiyosu, sonra ameliyat, yoğun bakım, kısa süreli felç, başının sadece sol tarafında kalan bir tutam saçın kesilmesi, sevdiklerinin endişe ve korku dolu bakışları, böbrek nakilli olan eşinin son on beş günde yaşadıkları, en önemlisi dört yaşındaki can parçası kızının annesizliği o gün bitiyordu.

Hastaneye yattığından beri “ Mucize yaşıyorsun! Ölmüş olmalıydın! İşin zor! Bana şans dile!” diyen, hasta odasına gelirken bile koridorlarda terör havası estiren, adına çatlak profesör dediği doktorunu bile artık affetmişti. Onu kızına, eşine, evine ve tüm sevdiklerine, hayata kavuşturduğu için mutluydu. Aslında bu çatlak profesör aracıydı, onu hayata döndüren kızının sevgisi olmuştu. Kızı çok küçüktü, ona ihtiyacı vardı. Ona doya doya sarılmak, öpmek, koklamak istiyordu. Hastane de yatarken sadece iki kere görmüştü onu, ameliyata girmeden önce ve sonra. En son gördüğünde yoğun bakımdan çıkalı üç gün olmuştu. Daha sargıları açılmamıştı.

Doktorun uyarıları sonrası, eşi heyecanla hastane çıkış işlemlerini tamamlarken o da arkadaşının ve hasta bakıcının yardımı ile sarı renkli üstünde beyaz minik çiçekleri olan pijamasını çıkarıp, sadece vücudunu yıkayarak üstüne eşinin evden getirdiği ince beyaz eşofmanı giydi. Çok zayıflamıştı. Eşofman üstüne bol geliyordu. Varsın bol gelsindi. Hazırdı artık. Evine gidecekti. Heyecanlıydı. Özlem doluydu. Bir yandan da hastaneden çıkınca bir terslik olur mu diye korkuyordu.

Eşi ile birlikte hasta bakıcı boş tekerlekli sandalye ile odadan içeri girip “Hadi bakalım hazırsanız çıkabilirsiniz” dediğinde eli ayağı titremeye başladı. Rengi bembeyaz oldu ama kızının sesi kulaklarında çınladı birden “ hoş geldin annecim” diyordu. Toparlandı, gülerek aynaya bakmak istedi. Nasıl göründüğünü merak ediyordu. Odanın banyosundaki aynanın karşısına geçti.

Yeni ben, korkunç, kel, kadın mıyım ben? Yeni ben, niye ben? Aman Allah’ım ne güzel de zayıflamışım. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bitti, eve çıkıyorum, kafam patlayacak gibi, bu ağrıyı belli etmemek için çok uğraşacağım, beni bu görüntüyle sevebilecekler mi? Kabul edebilecekler mi? Acıyacaklar bana. Yalnız başına tuvalete bile gidemeyen ben annelik nasıl yapacağım, nasıl koruyacağım kızımı? On beş gün önce ölseydim, şimdi yavaş yavaş alışmaya başlamışlardı bile yokluğuma. Oysa şimdi bakıma muhtaç, ama nefes alan bir kadın, bir anne. Toparlanmalıyım. Kendine gel. Gülümse ve devam et. Bir bandana bile takamıyorum. Şu saç örgüsünü kapatabilseydim daha kolay olurdu belki yüzleşmek.

Eşinin ve arkadaşının yardımı ile tekerlekli sandalyeye oturdu. Bulunduğu katın hemşire ve hasta bakıcıları ile vedalaşıp asansöre bindiler. Hastanenin kapısının önüne geldiklerinde eşi arabayı getirmek için ayrılınca, arkadaşının elini sıkıca tuttu. Hâlâ tedirgindi. Yanlarında bekleyen hasta bakıcı da heyecanlıydı sanki. On beş gündür ilk defa açık havadaydı. Sabah olmasına rağmen hava çok sıcaktı ama O üşüyordu. O’nu üşüten tedirginliğiydi aslında. İki dakika sonra eşinin kullandığı arabaya binmiş arabanın klimasını kapattırmıştı.

Arabada eşine, kızına vermek için bebek alıp almadığını sordu. Pedagog önermişti bunu. Hastaneden eve geldiğinde bir hediye vermeliydi kızına. Hediyesi olacak bebek de alındığına göre her şey tamamdı. Şimdi eve gidecek, akşam kızının kapıyı çalmasını heyecanla bekleyecekti.

Yol boyu aklında sadece kızı vardı. İlk defa bu kadar uzun süre ondan ayrı kalmıştı. Temmuz sıcağında üşüse de kızını görünce ısınacaktı, biliyordu. Her şeyi unutacaktı. O gün başlayan bir buçuk aylık nekahet döneminin sonunda çekirdek ailesi ile tekrar mutlu olacaktı.

Arabadan inip pencerelere toplaşmış komşularının acıyan bakışlarını üzerinde hissederek eve doğru yürürken durgundu, tepkisiz gözükmeye çalıştı.

Evde onu annesi, babası, teyzesi ve ağabeyi karşıladı. Eve girerken kapının karşısındaki portmantonun aynasından salonda kendisi için hazırlanmış kanepesini gördü, kendine bakmadı bile. Kimseyi öpmeden kanepeye geçip ailesinin sevinç ve heyecan dolu karşılamasına mutlulukla cevap verdi. Ağabeyi onu, Nisan ayında gösterime giren V For Vendetta filminin oyuncusu Natalie Portman’a benzetip “kafan güzelmiş, kellik yakıştı sana” diyerek ortamı yumuşattı.

Evindeydi artık. Çok sevdiği sarı koltuk takımının üç kişilik kanepesine uzandığında tam karşısındaki duvarda bulunan, kızının sekiz aylıkken çektirdikleri, sonra da çerçeveletip duvara astıkları fotoğrafa bakarken gözlerinden kimseye göstermemeye çalıştığı yaşlar süzülmeye başladı. Annesi en sevdiği yemekleri yapmıştı. Çiğneme refleksi hâlâ düzelmediğinden yerken zorlandı. Kızını sordu onlara. Anlattılar. O sabah anneannesi okul için hazırlarken kızını “ Anneanne benim saçımı annem ne zaman tarayacak, bu akşam annem tarayabilir mi saçımı?” diye sorduğunu söyledi annesi. Yine gözlerinden yaşlar süzüldü.

Akşamüstü gelecekti kızı, o gelene kadar dinlendi, evinin tüm odalarını yavaş yavaş dolaştı, kızının odasında biraz oturdu, yastığını kokladı, artık onun için korkmamalarını, çok çabucak toparlanacağını söyledi evdekilere ve kızının gelmesini özlemle, heyecanla bekledi.

Eşi alacaktı o gün kızını okuldan. Sabah söylememişlerdi annesinin eve geleceğini. Belki bir aksilik çıkardı. Çocuğu boş yere umutlandırmamalıydılar. Sürpriz olacaktı. SÜRPRİZ!

Gözleri kapalıydı ama uyuyamadı bütün bunları düşünürken. Vücudundaki ve yüzündeki uyuşukluklar geçmişti. İçerden kızının sesi geliyordu, o da sakinleşmiş, alışmıştı sanki ama kendi odasında kalmayı, dedesi ve babası ile oynamayı tercih etmişti.

Yaklaşık bir saat sonra, kızının da normale döndüğüne ikna olunca O da zorlukla yattığı yerden kalkıp kızının odasına gitti. Yanına oturdu ve hediyesini verdi. Kızı, yüzüne bakmadan, tedirginlikle, sessizce kafası önde hediyesini aldı annesinden.

Bir yıl geçmişti bu günün üzerinden, artık kel değildi, uzamaya başlayan saçlar ameliyat izini kapatmıştı. Kısa modern saçlarını boyatmış eski görüntüsüne de kavuşmuştu. Tekrar iş hayatına dönmüş geride bırakmıştı zorlukları. O akşam da kızını anneannesine bırakıp eşiyle bir derneğin yemeğine katılacaklardı.

Beş yaşında olmasına rağmen konuşmaları her zaman etkili ve yaşından olgun kızı okuldan döndüğünde “anne seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum, ama arabada” dedi. O da “tamam, anneannene bırakırken konuşuruz o zaman” diyerek gülümsedi.. Anne kız hazırlanıp evden çıktılar.

Kızını arka koltuğa oturtup, kendisi direksiyona geçti. Arabayı çalıştırdı.

Kızı,“ Müziği kapatır mısın? Sessizlik olsun, hareket edince konuşacağım” dedi.

Gülümseyerek arabanın cd çalarını kapattı ve hareket etti.

Kızı, “ Bu konuşmayı seninle yüz yüze yapamam. O yüzden arabada ve yalnız olmak istedim. Araba kullanırken arkana bakmaman gerektiğini yola bakman gerektiğini biliyorum.

Bu sabah beni servise bindirirken çantama çarptığında benden özür diledin ya, o zaman karar verdim bu konuşmayı yapmaya. Benim de senden özür dilemem lâzım. Ben senin canını çok acıttım biliyorum.”

Gülümseyerek sesi titremeye başlayan kızını dinlerken, ne yumurtlayacak acaba diye meraklandı ve dikiz aynasından ona baktı. Kızının “aynadan da bakma yüzüme lütfen “ demesiyle iyice endişelenmeye başladı. “Peki, devam et dinliyorum “ dedi.

Annesinin dinlediğine, kendisine bakmadığına emin olan kızı;

“Beyin kanamandan sonra hastaneden eve ilk geldiğin gün, aynadan seni görünce seni istemedim ben, gitsin bu evden diye bağırdım ya işte bu yüzden özür dilerim. Çok ama çok özür dilerim. Hem saçın yoktu hem yaran vardı, korktum ben istemeyerek söyledim onları. Çok utanıyorum. Sen benim annemsin. Biliyorum çok canını yaktım. Sen de çok ağladın. Üzdüm seni. Sonra alıştım, fark ettim yanlış davrandığımı ama bir şey diyemedim. Bu gün sabah çantama çarptın diye, küçücük bir şey de benden özür diledin ya ben çok utandım. Böyle karar verdim, beni affeder misin diye sormaya. Özür dilerim annecim, beni affet…” diye konuşmasını bitirdiğinde, bir yandan da ağladığı için yüzü kıpkırmızı olmuş burnu da iyice tıkanmıştı ama sesinde bir rahatlama vardı. Sanki o küçücük omuzlarından bir yük kalkmıştı.

Kızını dinlerken o da arabayı sağa çekmiş, ağlıyordu. Affedilecek hiçbir şey yoktu, hata yoktu. Kötü günler arkada kalmıştı. Ne kadar şanslıydı, böyle harika, duyarlı, farkındalığı yüksek bir çocuğa sahip olduğu için, ne kadar şanslıydı kızının büyümesine şahit olacağı için…

(Mayıs 2020 “Affet Beni” Kollektif Kitabında)