Yağmurlu bir sonbahar sabahına uyanan, Arnavut kaldırımları, dar sokakları, renkli ahşap evleri ile Kuzguncuk. Yol boyu sıralanan ağaçların sararan yaprakları, geceden sabaha biraz daha dökülmüş. Sabahın erken saatleri ile belediye çalışanları, güne hazırlıyor mahalleyi.
Mahallenin esnafı yavaş yavaş dükkânlarını açmaya başladı. Kepenk sesleri ile uyanıyor Kuzguncuk. Kasap Ali ağabey, bakkal Mehmet efendi, organik ürünleri ile meşhur manav Rıza, eczacı Abdullah bey, sokağın girişini kendine yer edinmiş çiçekçi kız ve mahallenin vazgeçilmezi Tını kafenin Muhsin ağabeyi. Hepsi birbirlerine günaydın diyerek yeni güne hazırlanıyorlar.
-Tını Muhsin günaydın, kolay gelsin. Yine yetişemedim sana erkencisin.
-Günaydın Rıza, sana da.
-Bugün Sanem Hanım çıkıyor diye duydum, doğru mu?
-Evet, dün akşam Leyla uğradı, öyleymiş. Sonunda çıkıyor çok şükür.
Muhsin, her zamanki gibi erkenden açtığı kafesinin temizliğini tamamladı. Mualla teyzenin evde yaptığı poğaça ve fındıklı kurabiyeleri cam fanusa özenle yerleştirip vitrindeki yerine koydu. Kafenin hemen önünde, kaldırımdaki üç masalık yerini o gün gelecek ziyaretçileri için hazırlamadan önce, kırmızı tenteyi mekaniğinin çıkardığı sesle yeni yeni uyanan mahalleliyi rahatsız etmemek için yavaşça açtı. Küçük tahta masaları, çevresine koyduğu tabureleri, kaldırımdaki yerlerine özenle yerleştirdi. Masaların üzerine koyduğu, biblo gibi minik kırmızı vazoların içinde mevsime uygun çiçekler yerlerini aldılar. Köşedeki çiçekçi kızdan aldığı yenidünya çiçekleri süsledi bu sabah masaları. En son kapının girişine tüm masaları rahatça görebileceği köşeye sandalyesini, küçük sehpasını, sehpanın üstüne de kül tablası ve kitabını koydu. Hazırdı yeni güne. Çay kazanının düğmesine bastı, kendisine bir kahve yapıp sandalyesine oturdu. Sigarasını yakıp derin bir nefes çekti. Karşı kaldırımda, üç katlı kırmızı boyalı ahşap eve doğru bıraktı içine çektiği dumanı. “Sanem sonunda çıkıyor, Sanem hanım…”
Gün başlamıştı iyiden iyiye mahallede. Evlerin pencereleri açılmış. Kocalar işlerine, çocuklar okullarına gitmek için birer birer çıkıyorlardı evlerinden. Anneler, ablalar, teyzeler de pencerelerden yolcu ediyordu gidenleri. Bu arada pencereden pencereye sohbetler de iyiden iyiye mahallenin uyandığını gösteriyordu sanki. Uyanmayanlar da uyanmalıydı. Mahallelinin Sanem hanımı o gün hastaneden çıkacaktı.
-Sanem iyileşmiş çok şükür, Leyla ile Taner Bey çıktılar erkenden. Öğlene kalmaz gelirler.
-İşleri erken bitirelim de taze taze börek yapayım ben, sen de kek yap, gidelim geçmiş olsuna.
-Kek de yaparım da ben asıl dünden içli köfte yaptım. Sanem çok sever. Betül de gelecek. Gideriz.
-Torunu da getirecek mi Betül?
-Yok, o okulda. Yalnız gelecek. Her gün hastaneye gitti zaten.
-Taner Beyi tanımamış diyorlar. Hatırlamıyormuş. Doğru mu? Bizi hatırlıyor mudur acaba?
-Betül de öyle dedi. Şimdilik bir tek Taner’i hatırlamıyor galiba. Ama bizi hatırlıyordur canım. O kadar da değil. Rahmetli annesinin en yakınlarıyız. Elimizde büyüdü. Neyse gidince anlayacağız.
-Taner Beyi hatırlamaması normal. Nesini hatırlasın suratsız, kasıntı adamın. Haklı tabii.
-Deme öyle. Leyla, perişan kız.
-Eh, yalan mı? Kasıntı tabii. Kadın merdivenlerden düşüyor. Kapıya ambulans gelmese hiçbirimizin haberi olmayacak.
-Şişşşt. Yavaş biraz.
-Yavaşı falan yok. Rahmetli hiç istememişti zaten bu asık suratlı ile evlenmesini. Sanem ile evlenince bey oldu.
-Tamam, bağırma aşağıda Muhsin oturuyor.
-Yazık ona da, olaylara karışmayaydı, doğru dürüst okuyup döneydi, başka türlü olurdu her şey. Kadersiz yavrucaklar.
-Efendim, ne diyorsun?
-Yok bir şey tamam, bitir işini hazırlan gel, bizden çıkarız, gideriz.
-Leyla, gidecek mi acaba annesini çıkarınca Amerika’ya?
-Bilmem ki. Bize bir şey demez ki o. Varsa yoksa Muhsin ağabeyi. Geçen onunla konuşurken duydum “Annem iyileşmeden dönmem.” diyordu.
-Muhsiiin! Muhsin!
-Efendim yenge.
Diyerek oturduğu yerden kalkıp yukarıya baktı Muhsin.
-Leyla Amerika’ya ne zaman dönüyor?
-Bilmiyorum yenge. Nereden bileyim?
-Konuşuyordunuz ya geçen gün.
-Yenge dur bir gelsinler. Kız perişan zaten.
-Aman be, sen de ser verip sır vermiyorsun. Gerçi bunun sırla ne ilgisi var?
Muhsin, daha fazla bu konuşmalara karışmamak için içeri girdi.
Leyla’m, ne perişan oldun. Sanem. Ah Sanem. Neleri unuttun? Neyi? Kimi? Kimleri? İlkokulda Mualla teyzenin camını kırdığımızı? Mehmet’in babasından, tüpte çokokrem alıp “Annem deftere yazsın dedi.” dememizi? Lisede okul kırıp kız kulesine karşı saatlerce oturup geleceğimizi hayal etmemizi? Biraz Turgut Uyar, biraz Nazım Hikmet okuyuşumuzu? Üniversitede ben Ankara’yı kazanıp senin İstanbul’da kalmanı? Mualla teyzenin, annesine gitmesini fırsat bilip yedek anahtarını portmantonun çekmecesinden gizlice aldığımız, Ankara’ya gitmeden önceki son geceyi birlikte geçirmemizi? Birbirimize sözlerimizi? Darbeden sonra benden haber alamayıp Taner ile evlenişini? Taner’i hatırlamıyorsan, beni? Hatırlama beni. Herkes gibi sen de beni öldü bilirken yıllar sonra mahalleye dönüşümü? Kafenin ismini Tını koyduğum gün sesinin tınısının değiştiğini? Unuttun mu? Beni? Sevgimizi? Talihsizlikleri? Hiç konuşmadık belki ama Leyla’yı?
Muhsin bunları düşünürken, tekrar tekrar köşedeki rafta duran kitapların tozunu alıyordu.
-Demli bir çay, bir de şu poğaçalardan istiyorum bir tane.
-Buyurun?
– Demli bir bardak çay, mümkünse ince belli olsun. Bir de poğaça istiyorum.
Siyah takım elbiseli adamın siparişini hızlıca hazırladı Muhsin. Siparişi masaya bıraktı ve sandalyesine oturdu.
Adam iki lokmada poğaçayı yedi. Çayını içerken;
-Güzel mahalle, yerlisi misin?
-Evet. Bu dükkân bana dedemden kalma.
-Küçük ama.
-Efendim?
-Küçük küçük dükkânlar. Burası hiç gelişmemiş. Neyse yakında daha büyük, daha canlı olur burası.
-Anlamadım.
-Bir de sade kahve alayım.
Muhsin sade kahveyi yapıp, yanına lokum ve suyunu koyarak çiçekli bir tepside bıraktı masaya.
-Yakında daha canlanır burası derken ne demek istediniz? Biz burada mutluyuz. Bir şikâyetimiz yok. Üstelik İstanbul’un en yaşayan mahallesi burası. Bizimle canlı, bizimle yaşıyor.
-Tabii sizin daha haberiniz yok anlaşılan. Kentsel dönüşüme girecek burası da. Bir iki aya kalmaz belli olur. Taner Bey… Ne kadar?
-On beş…
Adam masaya yirmi Türk Lirası bırakarak hızlıca kalktı. Kafenin önüne gelişigüzel bıraktığı arabasına binip gitti. Muhsin öylece kalakaldı. Masayı toplamaya başlamıştı ki, Taner Beyin arabası karşı kaldırıma yanaştı. Elindekileri içeriye bırakıp tekrar çıktı kapının önüne. Leyla annesinin koluna girmişti. Sanem etrafına bakınıyordu. Tek tek çevredeki evlerin pencerelerinde gözünü gezdiriyordu. Muhsin ile göz göze geldi. Kafasını öne eğip gülümseyerek selam verdi. Muhsin de aynı şekilde karşılık verdi. Yavaşça arkasını döndü ve Leyla ile birlikte kapıdan girdiler. Arkalarından da Taner Bey girdi.
Mahalle bir anda hareketlendi. Kasap Ali ağabey, bakkal Mehmet efendi, organik ürünleri ile meşhur manav Rıza, hepsi kendilerince birer paket hazırlayıp Sanem hanımın evine bırakıyorlardı. Kapıdan geçmiş olsun dileklerini iletip hepsi sanki ağız birliği yapmış gibi; “Başka bir ihtiyaç olursa telefon edin hemen getiririz. Biz buradayız merak etmeyin.” diyorlardı. Gün boyu kırmızı boyalı ahşap ev mahalleliyi ağırladı. Ziyareti bitip çıkanlar; “Bizi unutmamış çok şükür, ama çok yorgun görünüyor, eski neşesi yok…” diye konuşuyorlardı.
Tını kafenin vitrininde poğaçalar bitmiş, kurabiyelerden de üç dört tane kalmıştı. Muhsin’in bütün gün aklında siyah takım elbiseli adamın söyledikleri ve Sanem ile uzaktan selamlaşmaları vardı. Gözü sürekli kırmızı boyalı ahşap evdeydi. Hava kararmaya başlamıştı, mahallenin sokak lambaları birer birer yandı. Üç masası da sabah hazırladığı gibi duruyordu. Bir sigara yaktı, oturdu sandalyesine.
Yılların yıpratamadığı kırmızı boyalı ahşap evin kapısından Betül çıktı. Muhsin’e doğru yöneldi.
-Selam Muhsin.
-Gel Betül. Vaktin varsa otur istersen.
-Var vaktim, bugün annemde kalacağım. Olur, da gece falan bir ihtiyaç olur diye buradayım.
-İyi düşünmüşsün.
-İçim hiç rahat değil zaten. Sanem çok sessiz.
-Evet, öyleymiş, Leyla bahsetti biraz. Doktor ne dedi? Ne zaman hatırlarmış?
-Zaman dedi. Birlikte gittikleri yerlere gitmek, günlük rutinlerini değiştirmemek, fotoğraflar falan. Anlayacağın zor iş.
-Nasıl zor?
-Biliyorsun işte, Taner Beyimizle ne paylaşıyorlardı ki? Of ya, evlenmeyecekti, illâ evlenmesi gerekiyorsa bu Taner dingili olmayacaktı. Rahmetli Rauf amca yüzünden oldu her şey.
-Her şey benim yüzünden oldu.
-Deme öyle nereden bilecektin? Keyfine mi dönmedin. Rauf amca az mı aradı izini?
-Taner Bey ne diyor?
-Bey deme şu dingile. Ne diyecek? Hiç? Mualla teyzeler varken, “Her şeyi hatırlamasa da sorun değil, üstüne gitmeyin, zamanla hatırlar, gideceğiz buralardan zaten.” dedi.
-Ne demek sorun değil? Nereye gidecekler?
-Ne biliyim? Ağzının içinde konuşuyor zaten. Kentsel dönüşüm falan bir şeyler geveledi. Anlamadım. Çok da dinlemedim. Leyla, babasına düşman gibi bakıyor.
-Ne dedin sen?
-Yani, işte, Taner dingiline…
-Sanem izin vermez böyle bir şeye.
-Duymadı zaten o. Ben de ortalığı karıştırmayayım diye lâfa girmedim.
-He, bu arada Sanem ben çıkarken; “Ona selam söyle, sesimin tınısı elbet düzelecek.” dedi.
-Ben o tını için buradayım.
-Kapatınca çık yukarıya, hatta şarap da getir, dertleşiriz biraz.
O günden sonra, Taner Beye rağmen, kırmızı boyalı ahşap ev mahalleli tarafından hiç boş bırakılmadı. Leyla bir dönem okulunu uzatmayı göze aldı, babası hiç yardımcı olmasa da, tüm mahalleli ile birlikte annesinin unuttuklarını hatırlatmak için seferber oldular. Başardılar da. Yaklaşık iki ay sonra, Sanem, unuttuğu her şeyi hatırladı. En önemlisi de merdivenlerden düştüğü gün kocası ile kavgasını. Dedesinden kalma, oturdukları kırmızı boyalı ahşap evi, bitmek tükenmek bilmeyen para hırsıyla elden çıkarmak istemesi yüzünden çıkan kavgayı. Sadece, dede yadigârı tüm çocukluluğunun geçtiği ev değil tüm mahallelinin evleri, ekmek tekneleri için üstüne yürüdüğü o ânı.
Sabahın erken saatleri, lapa lapa yağan kara uyandı Kuzguncuk.
Kasap Ali ağabey, bakkal Mehmet efendi, organik ürünleri ile meşhur manav Rıza, eczacı Abdullah bey, Tını kafe Muhsin ağabey. Hepsi birbirlerine günaydın diyerek yeni güne hazırlanıyorlar.
-Tını Muhsin günaydın.
-Günaydın Rıza. Bugün benden erken gelmişsin.
-Öyle oldu. Gece hale gittim. Açım zaten. Sanem’in yaptığı şu poğaçalardan bir tane versene…
18.01.2021