İki Arada

İri elâ gözlerine herkesin hayran olduğu, güzelliği ile her girdiği ortamda dikkatleri üzerine çeken, ailesinin gurur kaynağı Filiz. Başarılı öğrencilik hayatı, derece ile bitirilen okullar ardından yönetici adayı sınavı ile girdiği bankada genel müdür yardımcılığına kadar yükseldi. İş arkadaşları tarafından sevilen bir o kadar da saygı duyulan, otuz sekiz yaşında, bekâr başarılı bir iş kadını.

Üniversite yıllarında âşık oldu ama mezuniyet sonrası lisansüstü eğitimi için Amerika’ya giden sevgilisi orada kalmaya karar verince, bir süre sanal ortamda devam eden ilişkileri zaman içerisinde özel günlerde atılan mesajlarla sınırlı kaldı. Kendi evine çıkacak ekonomik güce sahip olduğunda, babası öldüğü için yalnız bırakamadığı annesiyle yaşıyor. Zaman zaman arkadaşlarının “Niye hâlâ kendi evine çıkmıyorsun?” sorusuna, yoğun iş temposunda annesi ile yaşamanın kendisi için büyük bir konfor olduğunu söyleyerek cevap veriyor.

O sabah saat 05:30’da telefonunun alarmı çalmadan kalktı yataktan. Önce gece yatmadan kurduğu alarmı iptal etti. Hızlıca duşunu alıp, saçlarına şekil verdi. Her sabah olduğu gibi giyeceği kıyafeti özenle seçti. Yakası hafif dekolte bir beyaz gömlek, dar kesim siyah etek ceket takımını giyindi. Abartıya kaçmadan iri elâ gözlerini ortaya çıkaracak bir göz makyajı, pastel tonlarda allık ve ruj ile makyajını da tamamladı. Aynada kendisine bakıp “ Zor bir gün olacak, akşam yemek de var, biraz renk lâzım” diye kendi kendine söylenerek çekmeceden kırmızı rengin hâkim olduğu fularını ceketinin omuzlarından bıraktı. Önceki gün kullandığı çantanın içini boşaltıp çıkardıklarını siyah rugan çantasına yerleştirdi. Ayakkabı dolabından da siyah rugan stilettosunu alıp giydi. Aynanın karşısında kendine baktı ve “Şimdi oldu,” diyerek odayı öylece bırakıp çıktı. Annesi uyanmamıştı daha. O gün olacaklardan habersiz, zor ama sıradan bir cuma, sıradan bir komite günü gibi, ekibi ile bir önceki gece çalıştıkları kredi dosyalarını düşünerek arabasına bindi.

Bankanın otoparkına geldiğinde uzakta Semih’in kapıdan girdiğini gördü.

Bu da boşandığından beri erken gelmeye başladı. Allahtan karşılaşmadık, yoksa kesin lâfa tutardı beni. Hasibe hanım çayı demlemiştir inşallah. Kimse gelmeden son kez dosyaların üzerinden geçip çayımı içersem bomba gibi girerim komiteye…

Arabasını her zamanki yerine park etti. Yedeğini arabasında taşıdığı parfümünü sıkıp asansörlere doğru yöneldi. Herhalde on yıldır hep aynı parfümü kullanıyordu. Ekip arkadaşları, hatta tüm çalışanlar onun geldiğini, geçtiği her yere bıraktığı ‘Light Blue’ kokusu ve tabii ki kendine güvenen adımlarının sesinden anlardı.

Hasibe hanımın getirdiği çayını içerken dosyalarına gömülmüştü.

“Günaydın, erkencisin,” diyen Semih’in sesiyle irkildi. “Günaydın, benim her zamanki saatim, esas sen erkencisin. Boşandığından beri neredeyse benimle yarışıyorsun erken gelmek konusunda,” diyerek alaycı bir gülümseme ile karşılık verdi Semih’e.

“Sen erken geliyorsun diyedir belki. Ev taşıma, yerleşme derken düzeni kurdum çok şükür. Bu arada boşladığım işleri toparlıyorum. Yılsonu geliyor, malûm hedefler. Akşam yemeğe geliyorsun değil mi?” dedi Semih.

Bir yandan önündeki dosyalara bakarak “Evet, geleceğim mecbur, umarım komite erken biter de geç kalmayız. Bütün haftanın yorgunluğu malûm,” diye cevap verdi Filiz.

Semih odasına doğru giderken; “O zaman önce savaş alanında sonra da akşam yemekte birlikteyiz,” diyordu.

Filiz kafasını önündeki dosyalardan kaldırıp Semih’in arkasından baktı.

Hiç değişmedi. Yönetici adayı sınavına girdiğimiz gün neyse o. Bir kadın böyle bir adamdan niye boşanır? Karizma desen yerinde, kariyer desen var, genele göre yakışıklı, gezmesini, yemesini, içmesini biliyor. Oooofff, ne diyorum ben? Neyse ne? Bu aralar çok ilgileniyor benimle ondan… Boşandığı gün benimle yemek yedi, ama sadece yemek. Hep benimle dertleşiyor. Hiç işim olmaz benim. Ya da olur mu? Komitede karşıma oturmaz umarım.

Komite tam 10:00’da başladı. Altı saat süren toplantıyla on iki tane kritik dosya değerlendirildi. Toplantının sonuna doğru ortam gerginleşti. Filiz’in savunduğu son dosyaya muhalefet çoktu. Tam pes etmek üzereyken her zamanki gibi Semih girdi araya. O âna kadar göz göze gelmemeye çalışan Filiz’in gözleri odadaki herkes ile birlikte Semih’e kilitlendi.

‘Superman’im. Oturduğu koltuktan kahraman edasıyla kalkıp kızılötesi, ultraviole dalgası yayan yeşil gözleri ile herkesi ama en çok da beni etkisi altına aldı. En küçük bir detayı bile kaçırmamıştı. Son zamanlarda yaptığı bira göbeği bile kusursuz görünümüne gölge düşürmüyordu. Aklımdan geçenleri görüyor, hissediyor mu diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Toplantı masasını, onun kollarında uyuduğum yatağımız olduğunu hayâl ettiğimi meselâ. Ya da onun beni annemin sarmalından çekip çıkarttığını. Adamın birine teminatsız kredi çıkarabileceğimizi savunurken aslında benim hayatımın teminatı olacağını vadettiğini hayâl ettiğimi…

Semih’in konuşması diğer komite üyelerini de ikna etmişti. Tek bir noktaya sabitlenmiş Filiz’e imzalaması için dosya uzatıldı.

“Hadi iyisin. Bu dosya da karara bağlandı. İmza? Filiz? Filiiiizz?”

Filiz hafiften kızaran yüzüyle kendine gelip, imzaları tamamladı. O komitedeki son dosyayı da imzalarken Semih “Akşam görüşürüz” diyerek odadan çıktı. Aynı ekip üç ayda bir yaptıkları rutin akşam yemeğinde buluşacaklardı.

Yemekte tam bir dedikodu ortamı vardı. Hepsi bankadaki kimliklerini unutmuş, şube müdürlerini, ekip arkadaşlarını çekiştiriyor, arada yılsonu hedeflerine konu geliyor, kadehler tokuşturuluyor, alkolün de etkisiyle kahkahalar yükseliyordu masadan. Hepsinin üstünde haftanın yorgunluğu, saat 23:00 gibi dağılmaya başladılar. En son Filiz ile Semih kalmıştı masada. Hesabı istediler. Garsonu beklerken Semih; “Beklediğimden erken dağıldı herkes, bugün hiç olmadığın kadar dalgındın toplantıda, konuşmak ister misin? Hadi gel bana gidelim hem yeni evimi görürsün hem de istersen bir şeyler içeriz ne dersin? Uzun zamandır dertleşmiyoruz seninle. Hazır hafta sonu da… ” dedi. ”Feci yorgunum Semih, biliyorsun bugün zor geçti. Annem de biraz keyifsizdi ve ben bugün hiç aramadım onu,” diye cevap verdi Filiz.

Birbirlerine iyi geceler dileyip vedalaşırken Semih; “Fikir değiştirirsen ararsın, ben evde demlenmeye devam…” dedi gülümseyerek.

Semih arabasına bindiğinde Filiz’i düşünüyordu. Onun gelmesini çok istiyordu. Filiz’in sınırları o kadar belirliydi ki, ısrar etmesinin onu iyice uzaklaştıracağını düşünüyordu.

Filiz de eve doğru araba kullanırken Semih’i aklından çıkaramıyordu.

“Nasıl gelmek istiyorum sana. Ama gelemem. Olmaz. Sonrası olmayacak biliyorum. Boşanma sonrası arayışı bu. Oysa benim ki… Sınava girdiğimiz o gün, uzun mesailerde omuz omuza çalıştığımız anlar. Yıllardır hep aynı his. Hiç bitsin istemiyorum. Bugünkü gibi, gizliden hep beni kollamalar. Ya evde bazen anneme Semih diye seslenişim. Ah annem, bir özgür bıraksan beni. Arkadaşlarımızın, o evliyken bile, birbirimize yakıştığımızı ima eden sözleri, bakışları. Gitsem mi? Bir gece de olsa düşünmeden… Semih ve ben aynı evde, aynı yatakta…

Filiz korna sesleri ile kendine geldi. Trafik ışığının yeşile döndüğünü fark etmemişti. “Tamam, gidiyorum, çatlamayın!” diyerek geceye çığlığını atıp yola devam etti.

Eve geldiğinde annesi televizyondaki bilmem kaçıncı sezonu olan dizilerinden birini seyrediyordu. “Annem selâm,” diyerek salona girdi. “Hoş geldin. Sabah duymadım gittiğini. Gün içinde de aramadın? Merak etmeye başlamıştım,” dedi televizyondan gözünü ayırmadan. “Bugün kredi komitesi vardı, akşam da rutin yemeğimiz. Haklısın arayamadım, neyse üstümü değiştireyim de bir kahve içelim, ne dersin?” dedi Filiz.

Annesi; “Sen içki mi içtin?”

“Evet, rakı balık yaptık,”

“Genel müdür yardımcısı oldun ama içkili araba kullanmamayı öğrenemedin,”

“İyiyim ben, kullanamayacak olsam taksiye binerdim,”

“Tabii, herkes iyiyim diyor sonra kaza yapıyor. Gören de seni aklı başında biri zanneder,”

Filiz; “Annem tamam uzatmayalım,” derken annesinin sesi yükselmişti, sürekli konuşmaya devam ediyor arada da sanki bir yeri ağrıyormuş gibi “ahh!” diyordu.

“Uzatmayalım mı? Geldin 38 yaşına, altı erkeğin arasında tek kadın içmeye gidiyorsun. Kimseyi beğenmemen de cabası. Amerika’yı sana tercih etmiş birinin arkasından öylece kaldın. Banka yönetebilirsin ama bir evi çekip çevirmeye gelince… Bu yaşında odanı bile ben topluyorum. Anne de olamayacaksın bu gidişle. Kendine gel artık!”

“Bunları sen mi söylüyorsun? Ayrı eve çıkmadıysam, babamdan sonra “Yalnız kalamam ben,” diyen senin için. Evlenmiş olmak için de evlenemezdim herhalde. Anne uzatma artık yeter!”

Annesi derin bir nefes alıp olduğu yerde kolunu tutarak sallanmaya başlamıştı.

Filiz; “Neyin var? Bir yerin mi ağrıyor?” diye sordu.

“Bir şeyim mi var? Gecenin on ikisinde soruyor? Bu saate kadar aklın neredeydi? Bütün gün annem nasıl iyi mi diye merak etme, şimdi neyin var? Songül de olmasa beni soran bir insan evlâdı yok. Varsa yoksa işin. Ben de Filiz hanımın hizmetçisiyim sanki…”

Filiz ani bir kararla; “Ben arkadaşımda kalacağım bu gece, sen de biraz söylediklerini düşün, belki nasıl kırıp döktüğünü anlarsın,” diyerek annesinin durmak bilmeyen konuşmasının bitmesini beklemeden evden çıktı.

Annesi Filiz’in arkasından şaşkın, öylece kaldı. Bir yandan kolunu tutup bir yandan söylenmeye devam ederek dönmesini bekledi ama dönmedi.

Filiz, yolda karşı komşuları olan Songül ablasına; “Ablacım selâm, annem ile biraz tartıştık, bu gece bir arkadaşımda kalacağım, yarın akşamüstü dönmüş olurum. Sabah annemi bir yoklarsın, sanki bir yeri ağrıyor ama söylemedi. İyi geceler,” diye mesaj attı. Nereye gittiğini bilmeden Fenerbahçe’den sahil yoluna girdi. Radyoda çalan Şebnem Ferah’ın ‘Mayın Tarlası’ eşliğinde sokak lambalarının aydınlattığı yol boyunca sağ şeritten yavaş yavaş ilerliyordu.

“Benim dikkatimi çekmek için ağrısı var gibi yapıyor. Sağ kolunu tutuyordu. Gerçekten ciddi bir şey olabilir mi? Sağ kol. Kalp? Kalp krizi? Eh artık neyse ne. Ah baba, keşke bu kadar erken gitmeseydin. Belki kabuğumu kırabilirdim. Canım yansa da, izi kalsa da, yanlış olsa da sadece istediğim, bir an bile olsa, sadece ben istediğim için birlikte olurdum Semih ile…”

Arabayı sağa çekip durdu. Elleri titriyordu. “Uyumadıysan, dâvetin de hâlâ geçerliyse gelebilirim…” yazarak mesaj gönderdi Semih’e. Düşünmeden attığı mesaja hemen cevap geldi “Harika, bekliyorum .” Ardından konumunu gönderdiği bir mesaj daha. Bir an için mesajdaki gülen yüz emojisine takıldı, saate baktı 01:17. “Normal, eve gidince demleneceğim demişti,” diye düşünerek kontağı çalıştırdı. On beş dakika sonra, annesinin söyleneceğini düşünerek arabanın bagajında tuttuğu, iki gün önce arkadaşının İtalya’dan getirdiği ‘Chianti’ şarabı elinde Semih’in evinin kapısının önündeydi. Zile basmadan açtı Semih kapıyı.

“Oooo, ‘Chianti’! Annen kov…”

“Annem demeyelim,” diye sözünü kesip içeri girdi Filiz.

Filiz o gece kahramanı ile birlikteyken hiç olmadığı kadar huzurluydu.

Telefonunun sesi ile Semih’in kollarında uyandı. Saat 10:30 ve arayan Songül ablaydı. Bakmadı telefona. Daha önce hiç böyle huzurlu uyanmadığını fark etti. Kahramanı ile güne uyanmanın keyfini çıkarmaya çalışıyordu ki Songül ablası tekrar aradı. Sonunda telefonu açtı.

“Efendim Songül abla,”

“Çok kötü bir şey oldu Filiz. Hemen gel. Annen gece kalp krizi geçirmiş, Yetişemedim. Çok üzgünüm…”

26.11.2020