Sessizce

Annesinin ölüm yıl dönümüydü. Her zamankinden erken geldi o gün eve Duygu. İyi hissettireceğini düşündüğünden eve gelir gelmez bütün günün gerginliğini atmak için duşa girdi. Duşun altında uzunca bir süre öylece ıslandı. İçerden gelen kapı kapanma sesi ile Ömer’in geldiğini anlayıp hızlıca çıktı duştan. Bornozunu giyip saçlarının ıslaklığını havlu ile alırken sıcak suyun etkisiyle kızaran yüzüne baktı aynada kısa bir süre. Sonra hızlı hareketlerle havluyu başına sardı ve çıktı banyodan. Kapakları boydan boya ayna olan gardırobun önünde durdu, odaya söylene söylene giren kocasına baktı aynadan. “Ooo, erken gelmişsin. Ne yiyeceğiz bu akşam?” dedi son zamanlardaki ilgisiz tavrı ile Ömer. “Evet, zor bir gün oldu. Erken çıktım,” derken gardırobun karşısındaki yatağın ucuna oturdu. Nasılsın bile dememişti. Duygusuz, bencil, her şey onun etrafında dönüyormuş gibi davranması artık iyiden iyiye batıyordu ona. Deliler gibi âşık olup evlendiği adamı tanıyamıyordu. Defalarca denemelerine rağmen bir çocuk verememişti ona. Her istediğini elde etmeye alışmış biri olarak gizliden gizliye hep onu suçluyordu sanki. Annesinin ölümünden beri ilk defa on beş gün önce, ikisi de sarhoşken seviştiler. Sabahına kendini suçlu hissetti, Ömer ise, gece hiç yaşanmamış gibi çıktı gitti evden. O konuşmak istedikçe kocası kaçıyordu. İyice uzaklaşmışlardı birbirlerinden.

Ömer duşa girdiğinde o da oturduğu yerden kalkıp aynadaki kendisini yavaşça sağa doğru itti. Renklerine göre üst üste dizilmiş tişörtlerinden beyaz olanı seçti, çekmeceden de mavi taytını alıp kapattı dolabın kapağını. Ömer duştan çıkmadan hızlıca giyinip salona geçti. Yemek hazırlamak istemiyordu. Havlu hâlâ başındaydı. Pencerenin önündeki berjere bıraktı kendini. Kınalıada’nın ardında batmak üzereydi güneş. Tek taşının önündeki alyansını bir çıkarıp bir takıyordu evin sessizliği, gün batımının kızıllığında.

Üniversite son sınıfta Kınalıada’da “Çocuklarımın annesi olur musun?” diye evlenme teklif etmişti Ömer. Düğünleri Kınalıada’da yapılmıştı. Evleri Kınalıada’ya bakıyordu. Doktorların hiçbir sorun bulamamasına rağmen çocuk sahibi olamıyorlardı bir türlü. Üçüncü tüp bebek denemeleri de hayâl kırıklığı ile sonuçlanınca Kınalıada’ya kaçmış, ikisi de bütün gece hem ağlayıp, hem içmişlerdi. Anne baba olamayacaklarını kabul ettikleri yerdi Kınalıada.

Bütün bunları yaşarken, annesi ile en yakın arkadaşı, kardeşim dediği Emine vardı yanında.

Kafasının içinde bu düşüncelerle elinde oynadığı alyansını düşürdü. Âna döndü. Ömer yerde yuvarlanan alyansı alıp verdi Duygu’ya. “Anlaşılan yemek yemeyeceğiz bugün, şarap içer misin?” dedi. “Olur, içelim,” diye cevap verdi. Ömer mutfağa peynir tabağı hazırlamak için giderken “Şarabı da sen seç, kadehleri çıkar geliyorum,” dedi. Konsolun üzerinde duran şaraplıktan kırmızı şarap seçerken Ömer’in telefonuna gelen ardı ardına mesajların sesi rahatsız etti onu. Bir süredir elinden düşürmediği telefonunu nasıl olmuşta burada bırakmıştı? Berjere doğru yönelmişken geri döndü gelen mesajlara baktı ve huzursuzca tekrar yerine geçti.

Son zamanlarda parmağına bol gelmeye başlayan alyansı kendi etrafında çevirip duruyor, öylece kızıl manzaraya bakıyordu.

Sakin bir yaz akşamı, güneş Kınalıada’nın arkasına saklanmak üzere, deniz dingin. Sahildeki bisiklet yolunda Duygu, üç yaşlarında, saçları iki kuyruk yapılmış sevimli bir kız çocuğuna bisiklete binmeyi öğretiyor.

Ömer elinde peynir tabağı, kuruyemiş ve gelişi güzel soyup doğradığı meyvelerle salona geri döndüğünde Duygu; “Şarap konsolun üstünde, orada. Telefonuna mesaj geldi birkaç kere…” dedi huzursuzca.

Ömer hızlıca telefonuna bakıp “ Emine ile Ahmet’i de çağıralım, senin de havan değişir,” diyerek Duygu’nun cevabını beklemeden Emine’yi aradı.

Üniversiteden arkadaşlarıydı Emine. İki bina ötede oturuyorlardı. Onlar evlendikten iki sene sonra Ahmet ile evlenmiş hemen de çocukları olmuştu. Duygu’nun annesinden sonra tek dert ortağı, en yakınıydı. Dört yaşındaki oğullarına Ömer ismini vermişlerdi. “Kız olsa Duygu ismini verecektik, siz benim için çok özelsiniz” demişti.

Yarım saat sonra Emine ile Ahmet, minik Ömer’i babaannesine bırakıp gelmişlerdi bile.

Duygu, bütün akşam oturduğu berjerden hiç kalkmadı. Ahmet, iki kadehten sonra uyuklamaya başladı. Emine ile Ömer bir yandan şaraplarını içerken hep birlikte çıkacakları mavi yolculuğun planını yapıyorlardı. Duygu da arada “Evet”, “Tabii..” gibi kısa cevaplarla sohbete dahil olsa da kafasında puzzle parçalarını birleştiriyordu sanki. Sessizce Emine ve Ömer’i izliyordu.

Ne zamandır birlikteler? Ahmet hiç fark etmedi mi? Ya ben? Bu kadar mı kör… Küçük Ömer, Ömer! Yok artık. Bu nasıl bir sapkınlık? Emine beni dinlerken, ne düşündü? Ah annem, neredesin? Her şey, herkes, tüm hayatım yalan mı?

Emine ile Ahmet gitmişti. Ömer; “İyi geceler…” derken “Dur biraz, konuşmak istiyorum” dedi Duygu. Ömer; “Çok uykum var, yorgunum, yarın konuşalım,” diyerek salondan çıkmak üzereyken Duygu; “Bitti Ömer, ben boşanmak istiyorum. Hemen bu gece gitmeni istiyorum. Yarın gelip eşyalarını toparlarsın, Emine’ye de söyle sakın aramasın beni, fazla uzatmadan sessizce çıkın gidin hayatımdan,” dedi sesi titreyerek.

Belki de uzun süre sonra ilk etkili iletişimleri gerçekleşiyordu. Ömer onu duymaya başlamıştı. Sevinmiş miydi, üzülmüş müydü hiç bilemedi Duygu. Sormadı, sorgulamadı. Hayatında ilk defa nasıl hissediyorsa düşünmeden, hızlı karar aldı. Zaten danışacağı annesi de yoktu. Koca bir yalan olan Emine de. Sadece Duygu vardı. Garip bir şekilde rahatladı boşanmak istiyorum dedikten sonra. Ömer’in uzun zamandır almış olduğu ama bir türlü harekete geçemediği, söyleyemediği gerçekleri Duygu ortaya sermişti.

Sonrasında defalarca aramasına, kapıya gelmesine rağmen Emine ile hiç yüzleşmedi Duygu.

Öyle kararlıydı ki, adli tatil başlamadan, bir buçuk ay içinde anlaşmalı boşanma gerçekleşmişti. Duygu boşanma süreci ile eş zamanlı, annesinin düğün hediyesi olarak aldığı evde Ömer’den bir iz kalmaması için, bütün eşyaları değiştirmiş, evi tamamen yenilemişti. Bir yandan iş hayatı, bir yandan ev tadilâtı kafası hep meşguldü. Sessizce hayatından çıkanların yerine sadece kendini koyuyordu. Her fırsat bulduğunda uyukluyor. Son günlerde de her sabah sanki rutine girmiş gibi mide bulantıları yaşıyordu.

Boşandığı günün öğleden sonrasında gittiği doktordan çıkarken şaşkındı. Arabasına oturduğunda eli karnında ağlıyordu. Boşandığı gün hamile olduğunu öğrenmişti.

Annesinin ölümü, Ömer ile uzaklaşmaları, Emine, ayrılık… Birer birer hayatından çıkan sevdiklerinin yerine bir mucizeydi bebeği. O kendine yeni bir hayat kurarken sessizce büyüyordu içinde. Ömer’e haberi, ona söz hakkı tanımadan verdi. Boşanmış da olsalar hayatından çıkarken ona çok büyük bir hediye, yol arkadaşı bırakmıştı.

Ömer’in doğumda yanında olmasına izin verdi. Sonrasında da çocuğu için Ömer’i hep hayatında tuttu.

Dört yıl geçmişti o günlerin üzerinden.

Sakin bir yaz akşamı, güneş Kınalıada’nın arkasına saklanmak üzere, deniz dingin. Sahildeki bisiklet yolunda Duygu, kızı Deniz’e bisiklete binmeyi öğretiyor.

“Hafta sonu babamla da binelim anne, o da görsün nasıl kullanıyorum?” diyen kızına “Olur tabii, binersin,” dedi Duygu.

16.11.2020