Corona Günlükleri

Tarih yazdığımız bugünlerde, tüm dünyaya yayılan ve bütün insanlığı derinden etkileyen “Corona günleri”ne girişimiz, kabullenişimiz ve ev içinde nasıl duruma uyum sağlamaya çalıştığımız ile ilgili bir özet paylaşıyorum sizlerle 🙂 . Böylece yaşadığımız tarihe geçecek bu süreç hakkında en azından genel bir durum yazısı blogda da yerini alsın istedim 🙂

Ocak ayının sonlarıydı, Sicilya seyahatimiz için İstanbul Havaalanı’nda uçak saatini beklerken tweeter’da Çin’deki salgın ile ilgili tweetleri okuyordum, o hafta Çin’den gelen uçaklar için yolcuların ateşlerinin ölçülmeye başlandığı yazıyordu. Sözcü’nün haberlerinde de Türkiye’nin olası tehlikelerden korunmak için özellikle havaalanlarındaki kontrollerin arttırılması ile ilgili haberler derken, biz de kendi aramızda “tam da zamanında gidiyoruz, umarım çok karşılaşmayız Çinlilerle” diye konuşup “Dünyanın suyu çıktı iyice, gündem sosyal, siyasi içeriklerle sürekli değişiyor. Hep kötü haberler, hiç iyi bir haber yok” diye sohbet ettik. Önümüzdeki günlerde neler yaşayabileceğimizin farkında değildik.

Sicilya seyahatinin Taormina gezisi sırasında servis araçları ile çıkacağımız bu güzel kasabaya giderken bir gurup Çin’li ile karşılaşınca grup olarak biraz tedirgin olduk ama neyse ki onlardan ayrı bir servis aracına binince rahatladık. Ellerimizi bilinçsizce yine de kolonyalı mendillerle sildik.

Seyahat sırasında Türkiye’den Elazığ depreminin haberini aldık. Bitmiyordu kötü haberler. 2020 ne kötü gelmişti tüm dünya için. Dünya’nın çeşitli yerlerinde olan depremler, orman yangınları, öldürücü gripler, soğuk savaşlar, sıcak savaşlar…

Seyahat sonrasında corona virüsü haberlerini her gün duyar olduk. Yavaş yavaş dünyanın çeşitli ülkelerinde virüs haberleri ve korunmak için neler yapmak gerektiği ile ilgili bilgilendirmeler yayılıyordu.

Şubat ayının sonunda bir de çok sayıda şehit haberleri, savaş konuşmaları derken iyice sinirler gerilmeye başladı. İçten gülemiyordum bile. Hep bir tedirginlik hali, gerginlik, her an kötü bir haber alacakmış gibi diken üstünde hayatıma devam ediyordum.

Mart ayı geldiğinde corona virüs haberleri iyice arttı. Tüm dünyada karantina, sokağa çıkma yasakları, her gün gelen ölü sayısı haberleri, gündem birden tamamen corona virüsü/covid-19 ile dolmuştu. Türkiye’de var/yok tartışmaları, yetkililer yok derken sosyal medya, olmaması mümkün değil haberleri ile doluydu. Bir anda ben de dahil olmak üzere herkes hijyen takıntılı olmuştu tüm çevremde. Dezenfektanlar, tuzlu su spreyleri (tuzlu su ile burun temizlenmeli diye ya hazır alıyordu insanlar tuzlu su spreylerini ya da evlerinde kendileri yapıyorlardı)… Dezenfektanlar ile birlikte alkol oranı yüksek kolonyanın etkili olduğu haberlerde tekrarlanınca birden eczanelerde kolonya bulunmamaya başladı.

8 Mart’ta İtalya ile ilgili dinlediğimiz üzücü salgın haberlerinin artmasıyla orada yaşayan arkadaşımla mesajlaştım. Çok şükür onların sağlığında bir aksilik yoktu ama İtalya’nın mevcut durumunu birebir yaşayan arkadaşımdan dinleyince iyice tedirgin olmaya başladım. Eşimin böbrek nakilli olması, yaklaşık iki yıl önce ağır kalp krizi geçirmiş olması, önceden geçirilmiş birden fazla pnömoni vs. derken ciddi risk taşıması beni iyice germişti. Önlemleri daha da artırıp maske, her yere dezenfektan, vitamin takviyeleri, ev içinde birbirimizle sosyal mesafeyi koruma ile kendimizi korumaya almaya çalıştık. 10 Mart itibariyle Türkiye’de de tespit edilen, daha doğrusu resmi duyurusu yapılan covit-19 hastası ile artık dünyanın büyük çoğunluğunun etkilendiği salgın ile biz de resmi olarak karşı karşıyaydık. 13 Mart’ta okulların kapanması ile eşim de evden çalışmak üzere ofis ortamını evde kurdu ve bizim için kendi isteğimizle karantina dönemi başlamış oldu.

İlk günlerde hepimiz oldukça gergindik. Kuluçka süresi olan on dört gün bitene kadar, kendi adımıza içimiz rahatlamayacaktı. Öyle de oldu. Televizyon ve sosyal medyadan sürekli dünyadaki ve Türkiye’deki corona haberlerini takip ediyorduk.

Birden kendimizi bir bilim kurgu / gerilim filminin içinde bulmuştuk. Hiçbir şeye yoğunlaşamıyordum.

Elimde telefon, karşımda televizyon, tabii televizyonda sadece haber programları, yanımdaki sehpada hiç elime alamadığım kitabım ve bilgisayarım gün geçiriyordum. Bu arada sürekli mutfağa git gel, bir şeyler atıştır. Sık sık el yıka, kolonyala. Tabii on dört gün dolmadığı için evi havalandır, kapı kolu, mutfak tezgâhı, banyo tezgâhları, tuvaletler, elektrik düğmelerini dezenfekte et… Çamaşır sulu çözeltim hiç elimden düşmüyordu. Hele sanal marketlerden siparişlerin geldiği anlar bildiğiniz barut fıçısı gibi oluyordum. Tek tek çamaşır sulu çözelti ile silerek içeri alıp, sabunlu suda yıkayıp, boşaltılacakları boşaltıp, sonra kısır döngü mutfakta her yeri dezenfekte ediyordum. Bir de akşamları tamamen psikolojik olduğunu bildiğim ama yine de tedirgin olduğum öksürük krizlerim vardı. Yorgunluk, gerginlik derken bir yandan da şükrediyordum. En azından o an için sağlıklıydık, yakın çevremde herkes kendini gönüllü karantinaya almıştı. Herkes evindeydi, her sabah rutin telefonlarla birbirimize iyi olduğumuzu, sabretmemiz gerektiğini söyleyip moral bulmaya çalışıyorduk. Her şeyden önce sağlıklıydık, kendi isteğimizle evimizde salgın yönünü olumlu yöne çevirene kadar güvende olmayı tercih etmiştik. Mutfakta yemek yapabilmenin, evimi kendim temizlemenin, eşim ve kızımla zaman zaman didişsek de birlikte olmanın keyfini çıkarmaya çalışıyorduk 🙂 .

İlk on dört gün bittiğinde akşamları başlayan öksürük krizim de bitti 🙂 . Gündüz haber dinlemeyip hatta televizyon açmayıp telefonu sadece yakın aile çevresi ve dostlarımla konuşmak için kullanıp kendimi olası olumsuz paylaşımlardan uzak tutmaya başladım.

Bu arada kızımın okulu ve dershanesi düzene girdi. Eşim hafta içi bütün gün bilgisayarının başında işinde. Toplantıları, çalışmaları sabah 08:30-18:00 rutine girdi. Bu arada devam ettiğim yaratıcı yazarlık eğitimim de online olarak haftada bir gün devreye girince en güzel motivasyonum oldu. Aynı çatı altında karantina öncesi düzene iki hafta içinde alışmış olduk.

Temizlik haftada bir Pazar günleri ailece yaptığımız bir aktivite haline dönüştü. Sabah kahvaltıları eşimin, akşam yemekleri benim sorumluluğum şeklinde mutfak işleri de paylaşıldı. Akşamları ise 19:00 haberlerinde aldığımız haberler sonrası Netflix dizi ve filmleri ailece yaptığımız aktivitelerin en keyiflisi haline geldi.

Dizi ve film izlemenin yanı sıra, vazgeçilmezimiz kitap okumak, puzzle yapmak, müzik dinleyip dans etmek, muzurluk yapıp pasta/börek vs. yapmak, ev içinde egzersiz/yürüyüş yapmak, arkadaşlarla görüntülü sohbetler gerçekleştirmek de günlük rutinlerimize girdi.

Bugün evde kalışımızın otuz beşinci günü, dışarda nasıl hayat devam ediyor ben bilmiyorum. Çevremdeki herkes evde kalmayı tercih etmiş durumda. Sadece akşam haberlerinde görüyorum hâlâ rutininden çıkmayan insanlar olduğunu. Bu beni çok korkutuyor ve üzüyor ne yazık ki 🙁

Bu bilim kurgu/gerilim filmi; “Corona” buruk da olsa mutlu sonla bitecek ama bitecek. Hiçbir şey kaldığı yerden devam etmeyecek, edemeyecek. Zaten hayatımızda olan teknoloji biraz daha merkezimize oturacak. İnsanların farkındalıkları yükselecek, doğanın dengesinin bozulmaması için daha fazla mücadele edilecek. Birlik beraberliğin, temizliğin, sosyalleşmenin önemi ve değeri hatırlanacak. En önemlisi nefes almanın, sağlıklı olmanın en büyük zenginlik olduğu, istisnasız herkes için hatırlanmış olacak. Yavaşlamayı öğreneceğiz hep birlikte ya da yavaşlamamız gerektiğini. Bu kendi kendimizi dinlemeye fırsat bulduğumuz süreçte, sahip olduklarımızın kıymeti bilip sahip olamadıklarımız için dertlenmeyi, üzülmeyi, hırslanmayı bırakacağız.

Tüm insanlığın içine düştüğü bu panik, endişe, kaygı, korku ortamının en kısa sürede en az hasarla, yapıcı öğretilerle bilim yoluyla son bulmasını diliyorum.

Sağlıkla ve Sevgiyle kalın…

17.04.2020

Not: Evde kaldığımız zamanı nasıl değerlendirebileceğimiz ile ilgili önerileri İnstagram hesabımda kısa kısa paylaşmaya devam edeceğim 🙂