Uzun süredir istediğim Alsace turunu 27 Nisan 01 Mayıs tarihleri arasında, eşimle birlikte gerçekleştirip tam da beklediğim gibi, Ortaçağ’da bir masalın içinde yaşıyormuş gibi hissedip, harika fotoğraflar çekip, kafayı sıfırlayıp bedenen yorgun ama zihnen ve ruhen dinlenmiş olarak İstanbul’a gerçek hayata geri döndüm 🙂
Döner dönmez gezi notlarımı paylaşmak istiyordum sizinle, ama yoğunluk, koşturmaca, arkadaş programları, ev sorumlulukları derken ancak bugün bilgisayarın başına geçip daha fazla geciktirmeden sizlerle paylaşabiliyorum 🙂
Aslında bu bölgeyi tur almayıp araba kiralayarak bağımsız gezmeyi planlamıştık ama eşimin geçen sene yaşadığı sağlık problemi ve hala kontrol altında olması sebebiyle içim daha rahat olacağı için, bize uyan tarihleri olan Se-Tur’dan tur aldık. Se-Tur’u daha önce hiç tecrübe etmemiştik. Tam bir tur mantığı yoktu. Ulaşımımızı sağlayıp, gidilen yerlerde genel bilgi verip sonrasında serbest zamanla bağımsız gezmemizi sağladı. Çok da iyi oldu tura bağlı kalarak koştur koştur bu bölgeyi gezmek çok da keyifli olmayabilirdi.
Turun katılımcı profili genelde orta yaş ve üstü çiftlerden oluşuyordu. Yapım gereği, bir arada bulunduğumuz kısa sürelerde (bir yerden bir yere ulaşım ve bilgilendirme anları) oldukça fazla; uzun süredir evli olan bu çiftleri gözlemleme fırsatını verdi ve sizlerle paylaşacak konular üretmemi sağladı. Bunları ayrı bir yazıda, bu yazıma ilgi kurarak mutlaka sizlerle paylaşacağım.
Eveeettt, gelelim 27 Nisan Cumartesi gününe 🙂 . Sabah çok erken saatlerde yola çıktık, uçağımız İstanbul yeni havaalanından hareketli olacağı için, havaalanına ulaşımımız Bağ özel servisi ile yani arabamızla oldu 🙂 Zaten o saatlerde evimize 50 km uzaklıktaki bir havaalanına nasıl gidebilirdik ki 🙂.
Havaalanının yeni açılmış olması ve bizim de ilk defa kullandığımız göz önüne alınırsa, erken gitmek iyi olmuş. Dış hatlar gidişe yakın otoparkı bul, sonra oradan çıkışı bul vs. biraz zaman alıyor tabi 🙂 . Nihayet havaalanına girdik ve yurt dışı tatillerimin olmazsa olmazı yürüyüşler, işte tam burada başladı. Oldukça büyük, ama büyüklüğünden olmalı, bir o kadar da boş bir alanda, güvenlik ve kontrol noktalarını sıra beklemeden geçerek yaklaşık 3.500 adım atmıştık bile 🙂
Uyuyarak geçen yaklaşık 3.5 saatlik rahat bir yolculukla Basel Havaalanına 11.30 gibi indik. Basel Havaalanını da ilk defa tecrübe edişim oluşu, bu tatilin heyecanlı anlarından biriydi…
İsviçre, Fransa ve Almanya sınırında mükemmel bir lokasyonda yer alan uluslararası Basel Havaalanı’nda hangi kapıdan çıktığınıza bağlı olarak Almanya, İsviçre veya Fransa’ya girmiş oluyorsunuz. Biz Fransa Kapısından çıkarak, Se-Tur Rehberi eşliğinde 5 gün boyunca ulaşımımızı sağlayacak otobüsümüze binerek heyecanla turumuza başladık 🙂.
1.Gün – EGUİSHEİM
Alsace gezimizin ilk durağı Colmar’a 7 km uzaklıkta, Alsace şarap yolu üzerinde; küçük, sevimli, rengarenk, sıcacık bir köy, bozulmamış Ortaçağ dokusu, pencerelerinden çiçekler sarkan tarihi ahşap evleri, çeşmeleri, pastaneleri, kafeleri, şarap tadımları yapabileceğiniz mekanları, daracık sokakları ve tabi ki üzüm bağları ile çevrili doğasıyla 2013 yılında Fransa’nın en güzel köyü seçilen Eguisheim.
Eguisheim sokaklarında kaybolurken, İnstagramda bol miktarda gördüğüm, okuduğum kadarıyla buraya gelenler arasında gelenek halini almış, “Le Pigeonnier” adı verilen köşe evinin önünde fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim 🙂.
COLMAR
Eguisheim gezimizi tamamladıktan sonra 8 km.lik bir yolculukla Alsace bölgesinin başkenti denen, çok merak ettiğim, yaklaşık 4 yıldır görmeyi arzuladığım Colmar’a vardık. Önce rehberimiz ile yürüyerek zaten küçük olan bu sevimli şehirde küçük bir şehir turu yaparak bilgilendirmelerimizi aldık ve Colmar cadde / sokaklarında, 13 ve 14. yüzyıllardan kalan rengarenk şirin evlerinin büyüsüne kapılarak keyifle yürümeye başladık. Sevimli, temiz kafelerinde sokak manzaralarını izleyerek kahvelerimizi yudumladık. Hava şansımıza çok güzel gidiyordu. Hava durumu yağmurlu gösteriyordu ama şimdilik yağmur yağmamıştı. Zaten biz gittiğimiz yerde havayı güzelleştirdiğimize inanan bir çift olarak bu konuda hiç endişe duymamıştık. Tabi ki yağmurluk ve şemsiye tedbirlerimizi de almıştık 🙂 .
Colmar; birçok gezginin yazılarında okuduğum, instagramda fotoğraflarını gördüğüm gibi bir masal diyarı, bir film seti sanki. Hiç hayal kırıklığına uğramadım 🙂
Akşamüstü, 3 gün boyunca konaklayarak Alsace bölgesini gezeceğimiz, Colmar tren garının karşısındaki otelimize Best Western Grand Hotel Bristol’e yerleştik. Biraz dinlendikten sonra hem akşam yemeği hem de bu güzel şehrin sokaklarında kaybolup, gecesini de yaşamak için kendimizi dışarı attık.
Gündüz ayrı gece ayrı güzel, tablo gibi Colmar sokakları fotoğraf tutkunları için mutlaka görülmesi gereken yerler listesine alınmalı…
Özgürlük Heykeli’ni tasarlayan Colmar’lı ünlü heykeltraş Frederic Bartholdi’nin müzesi, eski bir dominiken manastırı olan Underlinden Müzesi 3 gün boyunca konakladığımız Colmar’da gezilmesi gereken yerler diyebilirim. Tabi Özgürlük Heykeli’nin maketi diyebileceğimiz küçük versiyonunu da ziyaret etmek ve fotoğraflamak isteyeceğinize eminim 🙂
Bu küçük Ortaçağ şehrinin “Petit Venise” bölgesi de gece ayrı gündüz ayrı gezilmesi, görülmesi gereken yerlerden.
2.Gün – RİBEAUVİLLE
Gece biz otele döndükten sonra başlayan yağmurun 🙂 sesiyle, güzel bir uyku çekip, oldukça başarılı bir otel kahvaltısı sonrası günün ilk durağı Ribeauville’e doğru otobüsümüzle yola çıktık. Kısa bir yolculuk sonrası tarihi çeşmeleri, kuleleri ve tabi ki Ortaçağ dönemine yolculuğa çıkaran o güzel yapılarıyla Ribeauville’e vardık.
Hem Ribeauville hem de Alsace ovasına hakim, yüzyıllar öncesinden kalma Saint Ulrich Kalesi, Haut-Ribeaupierre kalesi ve Girsberg Kalesinin çevrelediği bu güzel köyde Belediye Sarayı olarak bilinen Hotel de Ville , 13. yy.dan kalma Kasap Kulesi, tarihi Kemancıların Evi’ni görerek yine rengarenk çiçeklerle süslenmiş tarihi ahşap evleri arasında, masal diyarı keyifli yürüyüşümüzü yaptık.
Bu arada, Riesling beyaz şarabı ile ünlü Ribeauville’de şarap tadımı yapmak da fotoğraf çekimlerine ara verdiğiniz de güzel bir deneyim olabilir 🙂
RİQUEWİHR
Ribeauville’den sonra yine kısa bir otobüs yolculuğu ile Alsace bölgesinin en turistik, en kalabalık, Fransa’nın en güzel köyleri arasında yer alan ve en dayanıklı ( 2 dünya savaşı görüp az hasarla ayakta kalan cennet köy) köylerinden biri 🙂 .
Tüm Alsace bölgesinde olduğu gibi burada da Michelin yıldızlı çok güzel restaurantlar var. Dolayısıyle bu köye ziyarete geldiğinizde sürenizi biraz uzun tutup, Ortaçağ ruhunu hissedip tarih koklayarak, sokağa atılmış masalarda yemek yiyip Riesling şarabınızı yudumlayın derim 🙂
Ortaçağ ruhunu hissedip moda girmişken, Dolder Kulesi, Hansi müzesi, Belediye Binası, Voleurs Kulesi Müzesi’ni de atlamamak lazım tabi 🙂
KAYSERSBERG
Günün son durağı Kaysersberg; yine Ortaçağ döneminden kalma surları (6 surun 5 i günümüzde hala ayakta), rengarenk çiçekler, 15-16 yy.dan yarı ahşap ve kerpiç evler, tonozlar, Ortaçağ kiliseleri, zırhlı köprüsü ile Alsace bölgesinin en güzel köylerinden biri. İmparatorun Dağı anlamına gelen ismi ile tüm görkemiyle bizi karşıladı. Sokaklarında dolaşırken neredeyse her evin önünde bir fotoğrafçı vardı 🙂 Sanki Rönesans dönemi ahşap evlerini fotoğraflamak için sıraya girmişlerdi.
Aynı zamanda; Strasbourg Katedrali’nin hümanist vaizi Geiler de Kaysersberg, yine Strasbourg’un ilk reformcusu Matthieu Zell ve eğitimin, öğrenmenin yaşının olmadığını hatırlatan, 1952 yılında Nobel Barış ödülü sahibi Albert Schweitzer ile anılan köy, eski ve yeni olarak köyün üst kısmını birbirinden ayıran Weiss nehri ile de manzarası en güzel köy bana göre…
Bu birbirinden güzel, etkileyici 3 köyün keşfi ardından, unutulmayacak anılarla, inanılmaz bir keyifle Colmar’a otelimize doğru yola çıktık. Temiz havanın da yorgunluğu ile biraz dinlenip, akşam Colmar sokaklarında yürüyüş, yemek, kahve vs. ile yine gece yağan yağmur ile uykumuzu alıp, sabah erkenden Strasbourg’a doğru yola çıktık.
3.Gün – OBERNAİ
Starsbourg’a gitmeden önce, Max. 2 saatte gezebileceğiniz, bizim hızlı bir şekilde 1 saatte gezdiğimiz, Alsace bölgesinin kurabiye köyü olarak bilinen, Strasbourg’dan sonra en çok ziyaret edilen yer ünvanını taşıyan, Obernai’e uğradık. Gerçekten kurabiyeyi andıran şirin renkli evleri (pastane vitrinlerini süsleyen leziz kurabiye adamları da unutmamak lazım 🙂 ), meydanları Place du Marche ve Place de L’Etoile, Fontaine Sainte-Odile isimli çeşme, belediye sarayı Hotel de Ville, 1240 yılında inşa edilmiş Rathsamhausen ailesinin aile mahkemesi olarak kullanılan Maison Romane aklımda kalan görülmesi gereken yer ve yapılar…
STRASBOURG
Eveett, Avrupa Birliği’nin Brüksel’den sonraki ikinci önemli, Fransa’nın en güzel şehirlerinden biri olan, Alsace bölgesinin de en büyük şehirlerinden Strasbourg’a gelir gelmez, Ren Nehrinin üzerine kurulmuş tarihi köprünün terasından Vabuan Barajı ile tarih kokan bir manzara karşıladı bizi.
Ne de olsa Strasbourg; Hollandalı filozof Erasmus ve Alman yazar Goethe’nin kenti 🙂 . Rehberin kısa bilgilendirmesi sonrası, Unesco Dünya Mirası Listesindeki “Grande Ile” bölgesinde bulunan Strasbourg’un tarihi şehir merkezi ile keşfe başladık. Her zaman olduğu gibi Notre Dame Katedrali tüm ihtişamı ile beni büyüledi. En güzel ve ilginç semti olan Küçük Fransa (La Petite France) ise fotoğraf çekmek, keyifli yemek yemek için harika oldu 🙂 . Yemek sonrası, Kanal boyunda, Tarihi Alsace binaları arasında. yürüyerek yaptığımız Strasbourg keşfinde, bu şehre bir daha gelinebilir düşüncesiyle otobüsümüze geri döndük.
Otobüs ile otele dönerken karşılaştığımız kısa süreli ama yoğun dolu yağışı da gezimize biraz macera kattı. Otele geliş ile birlikte Colmar’daki son gecemizi de şehir sokaklarında güzel bir yürüyüş ile noktaladık. Gece çalan yangın alarmı ile uyanmamızı saymazsak 🙂 , oldukça dinlenerek uyandık ve sabah kahvaltı ardından, Fransa’ya veda edip, Almanya/ Baden-Baden’e doğru yola çıktık.
Manolates’e vardığımızda bizi bekleyen doğal hayat gerçekten büyüleyiciydi. Şirin sokakları, sıcak insanları, sevimli kafeleri ile iyi ki geldik dediğimiz, çok güzel fotoğraflar çekebildiğimiz anlar yaşadık. Sevimli ve tabii ki orman manzaralı kafelerinde Coffee Greeko yani Türk kahvesi 🙂 keyfimizi de yaptık 🙂
4.Gün – BADEN-BADEN
Otobüs ile 1 saatlik bir yolculukla, Ren Nehri, ve Murg Vadisi manzaraları eşliğinde Dostoyevski’nin Kumarbaz isimli romanının konusunun geçtiği Baden-Baden, yemyeşil doğası, termalleri, tarihi yapıları, sessiz ortamı, ve casinoları ile oldukça güneşli bir havayla karşıladı bizi 🙂 . Rehberimizin yaptığı genel bilgilendirme sonrası, Baden-Baden cadde ve sokaklarında yeşilin tonları, çeşit çeşit ağaçlar arasında, keyifle bol bol yürüyüş yaptık. Akşamüstü otelimize yerleşip, biraz dinlendikten sonra ise yemek yemek ve keşfe devam etmek için tekrar kendimizi sokaklara vurduk 🙂 . Su kenarında tarihi bir otelin restaurantında tatilimizin son akşam yemeğini, oldukça güzel bir sunumla yedikten sonra, 800 yıllık geçmişi olan şömineli salonunda şaraplarımızı yudumlayıp, tüm gezinin değerlendirmesini de yapmayı ihmal etmedik 🙂
5.Gün – BASEL
Sabah kahvaltı sonrası, Almanya’yı da geride bırakıp, İsviçre/ Basel’e doğru yola çıktık. 1 Mayıs tatil olması sebebi ile dükkanlar kapalı olduğundan Basel’i birkaç noktadaki 1 Mayıs kutlamalarının kalabalıklığı dışında oldukça tenha bir şekilde keşfettik. Yaklaşık 4 saat şehrin önemli meydanlarında, yokuşlu sokaklarında kaybolduktan sonra, havaalanına giderek rüya gibi bir tatilin daha sonuna geldik. Uzun süredir ilk defa havaalanına gelince hüzünlendim. Hiç dönmek istemedim diyebilirim 🙂
Bu gezide aklımda kalan önerebileceğim farklı tatlara gelince; Tarte Flambee (Alsacienne lahmacun) ve Riesling Şarabı ile kahve yanına lezzetli bisküvi ve kurabiyeleri diyebilirim.
Beş günün sonunda, bir Ortaçağ masalının içinde, toplam 65 km yürüyerek, gezip görmek, keşfetmek istediğim yerler listesinden birini daha çizip, ruhen ve zihnen dinlenmiş, bir sürü yeni bilgiyi özümsemiş olarak İstanbul’a güzel anılarla dönmek oldukça keyifli bir tecrübeydi 🙂
Daha keşfedilecek çoookkk yer var diyerek, keyifli okumalar 🙂
Sağlıkla ve Sevgiyle…..
20.05.2019